Türkiye

‘28 Şubat ile günümüz arasında benzerlik var’

Gazeteci ve yazar Ali Bayramoğlu’na göre 28 Şubat ile bugün arasında benzerlik var. Tespitini şu sözlerle gerekçelendiriyor: “Bugün gelinen noktada otoriterleşme itibariyle, tek tip bakış itibariyle, tek bir görüşün doğru olduğunu söylemek ve bunu topluma vaaz etmek, aksi olanın millet dışı ya da medeniyet dışı ilan edilmesi itibariyle büyük bir benzerlik var.”

'türkiye’de islâmi hareket', '28 şubat bir müdahalenin güncesi', 'türkiye’de ordu' ve 'çağdaşlık hurafe kaldırmaz' başlıklı kitapların yazarı ali bayramoğlu, 28 şubat sürecini ve sonrasını yakından takip etmiş bir gazeteci ve yazar. ali bayramoğlu ile, “28 şubat postmodern darbesi”ni ve sonrasını konuştuk.

bayramoğlu, 28 şubat sürecini, “türkiye’de dindar çevrelerin ilk defa siyasi bir güçle siyasi merkeze geldiği, ilk iktidar deneyimini yaşadığı, bu çerçevede, bir dizi sosyolojik değişimin ortaya çıktığı ve bunun çatışmalarla evrildiği bir durum” olarak tanımlıyor. bayramoğlu, 28 şubat’ın hem islami kesimde hem de laik kesimde değişimler yarattığı görüşünde.

bayramoğlu, 28 şubat’ı sadece dindarların asker zoruyla uzaklaştırılması olarak okunmaması, yaşanan sosyolojik değişimlerin de irdelenmesi gerektiğini söylüyor.

“bir rövanş duygusu var”

bugünden 20 yıl önceye, 28 şubat 1997’ye baktığınızda ne görüyorsunuz?

28 şubat türkiye’nin yaşadığı değişim öyküsünde çok önemli bir kilometre taşı. ülkenin siyasi geleneğinin içerdiği bütün tortuların ön plana çıktığı bir krizdir. türkiye’de dindar çevrelerin ilk defa siyasi bir güçle siyasi merkeze geldiği, ilk iktidar deneyimini yaşadığı, bu çerçevede, bir dizi sosyolojik değişimin ortaya çıktığı ve bunun çatışmalarla evrildiği bir durumdur 28 şubat. üç boyut vardır. birincisi, sosyolojik boyuttur. toplumun çevresi tâbir ettiğimiz kesimlerden birinin, dindarların, toplumun merkezine doğru ilerlemesi türkiye’nin modernleşmesinde bir safhadır. dindarların sağ partilerden, kürtlerin sol partilerden ayrılmasıyla gelişen bir öykünün başlangıcıdır.

öykünün ikinci boyutu ise, büyük bir toplumsal nitelikte ‘'siyasi endişe' hali oldu. bu, sadece 28 şubat’ın devlette yarattığı 'ne oluyoruz' endişesi değil, aynı zamanda toplumun çeşitli katmanlarında yarattığı endişeydi. yerleşik kast düzeninin alt üst oluşu, iktidarın el değiştirmesi riski endişeye, bu endişe de bir kutuplaşmaya yol açtı. üçüncü boyutsa, devletin çekirdeğindeki askeri yapının, devlet ideolojisi etrafında buna vermiş oldukları tepki, yani askeri tepkiydi. siyasi ve sosyolojik boyut itibariyle baktığımız zaman 28 şubat aldığımız yolda bir kilometre taşıdır. bugüne geldiğimiz noktayla iç içedir.

ne var ki, toplumların hayatları her zaman arzu edilen istikamette ilerlemiyor. maalesef, bugün geldiğimiz noktada, 28 şubat’la ortaya çıkan toplumsal ve ekonomik güç, o günden bugüne daha çok bir iktidar savaşı vermeyi tercih etti. eski dönemin hâkim toplumsal gruplarıyla birlikte yaşamaktansa, o grupların yerini alma eğilimine kapıldı. 28 şubat ile bugün geldiğimiz noktayı karşılaştırmıyorum, ama türkiye’de muhafazakâr kesimin, islâmi kesimin iktidar deneyiminin, siyasi temsilcilerinin bugün gelmiş olduğu otokratik ve ataerkil nokta itibariyle arada bir bağlantı var.

günümüzü okumaya çalışırsak, bir 28 şubat rövanşı alma çabası mı var sizce?

rövanş kuvvetli bir tâbir. bu tâbiri kullandığımız zaman geriye bir şey bırakmıyoruz. ancak evet, böyle rövanş duygusu var. böyle bir duygunun olmadığını söylemek çok gerçekçi olmaz. bu ülkede benim gördüğüm kadarıyla, aynı ibni haldun’un söylediği gibi, çevre ile merkez iç içe girmiyor. biri iktidara geliyor, diğeri gidiyor. çevre merkezleşiyor, sonra yeni çevreler oluşuyor. bir çatışma döngüsü içinde yürüyen bir sistem var. bu itibarla baktığımız zaman, dünün çevre grupları bugün iktidarda. burada sadece kendi davalarının, hep kendi var oluşlarının, kendi sistemlerinin peşinden gidiyorlarsa, politik olarak bir rövanş söz konusudur.

ikincisi, sosyolojik olarak hepimiz şöyle bir duyguyu yıllar içinde gözledik. türkiye’deki kültürel kopuşların, karşılaşmaların yarattığı öfkelerde, kültürel nitelikle sınıfsal endişeler, hınç unsuru devrede oldu. bunun ehlileşeceğini, geçeceğini, iktidar başarısının deneyiminin insanları özgürleştireceğini düşündük, ancak bu, her zaman bu istikamette ilerlemedi. maalesef, bu hınç, bu öfke sadece bir iktidar kavgasının öfkesi değil, bir sembolik tepki olarak da varlığını sürdürdü. dolayısıyla, evet söyleyebiliriz. bir karşı hamledir, bir rövanştır.

28 şubat, islami kesimi kamusal alandan kazımak istedi, bugün islami kesim kamusal alanın her hücresine, her deliğine girip orayı doldurmak ve her şeyin kendi denetimiyle yürümesini sağlama politikası izliyor. bunu, hukuksuzca yapıyor. bunu, ilkesizce yapmaya başladı. belki islâmi bir iktidar değil ama otokratik bir iktidar oluşturdu. 28 şubat tipine benzemiyor tabii, 28 şubat başka bir şeydi, bir yerde asker vardı. ancak, bugün gelinen noktada otoriterleşme itibariyle, tek tip bakış itibariyle, tek bir görüşün doğru olduğunu söylemek ve bunu topluma vaaz etmek, aksi olanın millet dışı ya da medeniyet dışı ilan edilmesi itibariyle büyük bir benzerlik var.  

“28 şubat türk demokrasi tarihinin utanç sayfalarında birisidir”

siz, 28 şubat dönemindeki kimi uygulamaların yakın tanığısınız. 28 şubat denilince, genellikle 28 şubat 1997’deki mgk toplantısı ve orada çıkan kararlar akla geliyor. oys,a toplumsal hayata müdahale kısımları da vardı. bunlar nasıl oldu?

nasıl oldu sorusu, aslında sistemin islâmi kesim söz konusu olunca uzun ve köklü bir korku öyküsüyle ilgilidir. ben işin neler oldu kısmına yanıt vereyim isterseniz, çünkü önce bu taraf gelir. 28 şubat türkiye’nin darbeler tarihinde, askerileşme öyküsünde unutulmaması gereken kritik bir sayfadır. bu, tüm sonuçlarıyla böyledir. askerin medyayı bir silah olarak kullanmasıyla, devletin, toplumun, siyasi alanının topyekun militerleştirilmesi eğilimiyle, ordunun kendi inisiyatifiyle kurduğu batı çalışma grubu’nun yaptığı yüzbinlerle varan fişlemelerle, tasfiyelerle, emasya üzerinden askerin iç güvenlik alanına el koymasıyla, beteri bunları medya vasıtasıyla toplumsal meşruiyet elbisesi giydirilmesiyle böyledir.

bu kansız darbe, islâmi görünürlüğü ve kesimleri hedef aldı ve demokratik düzende yeni derin yaralar açtı. sözünü ettiğiniz toplumsal hayat görüntüleri ve müdahaleleri de utanç vericiydi. müslüman bakkal boykotları, kimi yerlerde, örneğin tekirdağ’da fişleme yapmak ve birliklere bildirmekle görevlendirilen subay aileleri, andıçlar, gazetelerin yayınlamakta yarıştığı psikolojik harekât belgelerini, bugün, türkiye ne kadar hatırlıyor bilmiyorum. bunlarla hemen ahlaki, siyasi olarak hemen hiç yüzleşilmedi. velhâsıl, 28 şubat askeri boyutuyla türk demokrasi tarihinin utanç verici sayfalarından birisidir. hâlâ öyle kalmaya devam ediyor.

“yargı her zaman olduğu gibi güçten ve kuvvetten yana”

28 şubat’ın önemli aktörleri arasında basın ve yargı vardı. refahyol iktidarının hükümetten gönderilişi sürecinde önemli roller oynadılar. sizce, bu iki grup 20 yılda değişim yaşadı mı?

basın, türk siyasi tarihinde her zaman askerin yanında aktif pozisyonlar almıştır. 28 şubat’ta aktif pozisyon almanın ötesinde bir silah, bir araç, bir kurgu üretim merkezi olmuştur. doğrudan doğruya kimi ankara temsilcileri istanbul merkezlerine gönderdikleri bilgi notlarıyla, haberlerle oluşturulan korku cehennemine büyük katkıda bulunmuşlardır. ben, basının 20 yıllık süreçte bir değişiklik yaşadığını düşünüyorum. basın bir miktar ders aldı. o dönemin büyük gazetelerinin patronlarının yanlış yaptıklarını kabullendiklerini görebiliriz. bunu ekranlarda da dile getirdiler. 28 şubat, gazetecilik açısından, gazete sahiplerinin ve yöneticilerinin kurduğu finans-sanayi-iktidar ilişkisinin iflasıyla sona erdi. bundan ders çıkarmamış olmaları, bundan rahatsız  olmamaları mümkün değil. bunun sonuçlarını da gördük aslında. ak parti’nin iktidara gelmesinin ardından bazı kritik anlarda askeri çıkışlara basın 28 şubat sürecinde olduğu gibi destek vermedi.

cumhuriyet mitingleri, 367 meselesi gibi bazı konularda hükümet karşıtı tutumlar aldı ama genel olarak bu istisnalar hariç, basın ak parti reformlarına destek verip, inanmaya çalıştı. bu sınır içinde basının bir ders çıkarmış olduğundan bahsedebiliriz. yargı açısından türkiye’de bir şeyin değiştiğini düşünmüyorum. yargının sefaleti, yargıcın özgürlük fikriyle kurmuş olduğu zayıf ilişki, siyasi iktidarla kurduğu bağımlılık ilişkisi, itaat, talimat duyguları her zaman çok kuvvetliydi. bu, bugün de devam ediyor. sadece aktörler değişmiş olabilir. kemalistler gitti, sonra cemaatçiler geldi şimdi cemaatçiler gitti, yerine siyasi iktidara biat eden yeni bir grup geldi. yargı her zaman olduğu gibi güçten ve kuvvetten yana. güç ve kuvvetin diğer güçlerle girdiği  iktidar savaşlarında meşrulaştırıcı bir rol oynama işlevini sürdürüyor.

“28 şubat’ın islâmi kesimler üzerinde demokratikleştirici bir etkisi oldu”

28 şubat muhafazakâr cenahta ne tür değişimler yarattı?

28 şubat’ın islâmi kesimler üzerinde, geniş kitleler üzerinde demokratikleştirici bir etkisi olduğunu düşünüyorum. bir deneyim birikimi oldu. somut örnekler verebilirim. bunlardan biri, meselâ sermaye kullanımıdır, faizle kurulan ilişkidir. faizin haram ilan edildiği dönemlerden bugün batı sistemi ile entegre islâmi iş adamları evresine geçtik. bu geçişte hiç şüphe yok ki, 28 şubat krizlerinin büyük etkisi var. kâr ortaklığı şirketlerinin yaşadığı büyük felaket nedeniyle ünlü gazetecilerin bile paralarını batırdıkları bir süreçten bahsediyoruz. piyasa ekonomisine uygun olamayan, ama onunla bir tür uyum sağlamaya çalışan bu tür ilişkiler sonuçta ekonomi ile din arasında kurulan şemsiye ilişkisi altında oluşuyordu. bu şemsiye kırıldı. bunlar birbirlerinden ayrıldı. bu, hem dinin hem de kişisel çıkarların koruması için böyle oldu.

bir başka örnek, siyaset-din ilişkileri itibariyle verilebilir. erbakan’ın ifade etmiş olduğu ayetullah modelinden, bugün reis modeline geçiş gerçekleşti. benim açımdan bu bir otoriterleşme ifadesidir ama sekülerlik kokan bir otoriterleşme hikayesidir aynı zamanda. erdoğan daha karizmatik, daha çok kültürel sahiciliği ve yerliliği taşıyan lider konumuna geçtiyse, bunda din-siyaset ilişkileri arasında ortaya çıkan mesafelerin etkisi vardır. bir dindar için zihninde ekonomik çıkar, sosyolojik davranış, sosyal konum, politik eğilimler bir zincir yapısında ve bir hiyerarşi idiyse, bunların 28 şubat deneyiminden sonra zayıfladığını görebiliriz. ben, buna bireyselleşme değil ama şahıslaşma eğilimi olarak bakılması gerektiğini düşünüyorum. bu değişimler tüm islâmi gruplarda olmadı ama islâmi kesimin önemli ve taşıyıcı gruplarında ben böyle bir değişmenin 28 şubat ile tetiklendiğini düşünüyorum. özellikle gençlik kesiminde, üniversitelerde türban taşınma biçiminden, genç kız, genç erkek ilişkilerine kadar giden formatlarda dini olanın algılanmasında daha tarihselci, kişinin kendi konumuyla inanç arasında uyumlaştırma çabalarının öne çıktığını gözlemliyoruz.

“28 şubat islâmi kesim için bir girdidir”

bunlar biraz 28 şubat olumlaması olmadı mı?

hayır. ortada sosyolojik bir süreç ve boyut da var. ben, 28 şubat’tan askerin sadece müslümanları, dindarları dövmesini, ezmesini iktidara el koymasını ve sistemi militerleştirmesini anlamıyorum. bunlar çok önemliydi. ancak, 28 şubat aynı zamanda türkiye’deki dindarların ilk iktidar deneyimleridir. bu, iktidar deneyiminin getirmiş olduğu siyasi hareketin kendi inancıyla, kendi referansıyla yaşadığı bir tür yüzleşme halidir. refah partisi ilk defa kendi kesimi dışında türkiye’yi yönetmenin ne olduğunu gördü. bu, ciddi bir deneyimdi. bu deneyimin o aktöre hiç bir şey kazandırmadığını söylemek doğru olmaz. bu birey açısından ele alındığı zaman çok daha kuvvetlidir. demokrasi kavramının küfür olmaktan çıkması, ilk defa demokrasi ile islâm arasındaki birlikteliğin mümkün olabilmesi, evrensel değerlerle islam arasında, inanç arasında bağ olabilmesi fikri hep o yaşanan krizlerden sonra karşımıza çıkmıştır. 28 şubat’ın sosyoloji açısından olumlu girdileri olmadığı söylenebilir mi? olumlu girdileri vardır, bunu söylemek hiçbir şekilde 28 şubat’ı olumlamak anlamına gelmez. iktidar deneyimi ve deneyimin sonuçları önemlidir. 28 şubat neresinden bakarsanız bakın islâmi kesim için bir girdidir. bu laik kesim için de böyledir.

laik kesim neler öğrendi?

28 şubat’ta laik kesim yok farz edilen, dış kapıda tutulan bir gerçeklikle karşılaştı. bundan korktu. sinirleri yerinden oynadı. yıllar içinde bununla baş etmenin yollarını denedi. askeri ve zor seçeneğin işe yaramadığını öğrendi. korktuğu kesimle yan yana gelmeye başladıktan sonra algı biçimi de değişmeye başladı. başörtülülerle birlikte yan yana yaşamanın ardından bir etkileşim yolu açıldı. bunun, laik kesimin ciddi bir çoğunluğunda önemli bir demokratikleşme etkisi yaptığı kanaatindeyim. bugün kamuoyu anketlerinde kamuda başörtüsüne destek yüzde 70’lere gelmiş durumda. bu, seküler kesim için bir merhaledir. böyle bir sosyolojik boyutu bir kenara koymak lâzım. bu sosyolojik boyutla bugünün bağlantısı ne? 28 şubat böyle olmasaydı, ak parti diye bir şey olmazdı. ak parti iktidara da gelemezdi. çok açıktır ki, 28 şubat çerçevesinde milli görüş’ün genç eliti tutum değiştirip, ‘’acaba yerel pozisyonumuzla evrensel değerler arasında bir evlilik mümkün müdür?” sorusunu sormuştur. bu soruya verilen ‘’evet’’ yanıtı, iktidarın kapısını açmıştır. ak parti’nin ilk dönemi budur. ak parti, 'avrupa birliği hristiyan kulübüdür' fikrinden çark ederek, kopenhag kriterlerini tatbik eden, bunun kavgasını veren, annan planı’nında riskler alan, pek çok liberali, demokratı, solcuyu şaşırtan politikalar izlediyse, bunlar 28 şubat’ın etkileri ile ilgilidir. ak parti etrafında zımni bir ittifak oluşmuşsa, bu zımni ittifakın 28 şubat deneyimiyle ilgisi vardır. bu işin askerle, sopayla, dövmeyle değil, bir arada yaşamayla olabileceğine dair inanç ve arzunun geliştiği bir evreydi bu. ben, 2000 ile başlayan ve 2007-2008’e kadar giden evreyi böyle değerlendirmeyi tercih ediyorum. sonra niye devam etmedi o ayrı bir konu.

muhabirimize ulaşmak için: <irfan.bozan@aljazeera.net>

 

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;