Türkiye

'Doksanlı yılları arayabiliriz'

90'lı yıllardan bu yana Güneydoğu'da yaptığı sosyolojik çalışmalar ve saha araştırmalarıyla tanınan akademisyen Rüstem Erkan, yeniden başlayan çatışmaların il ve ilçe merkezlerinde yoğunlaşmasını çok tehlikeli buluyor. Profesör Erkan, kentlerin çok ciddi tehlike altında olduğunu savunuyor ve "doksanlı yılları arayabiliriz" diyor. Erkan'a göre, çözüm, çözüm sürecinde edinilen kazanımları elde tutarak yeni ve güçlü bir başlangıç yapmak.

Haberin Öne Çıkanları

Yeni ve güçlü bir başlangıç gerekiyor'

rustem-erkan
Sosyolog Profesör Rüstem Erkan Abdülkadir Konuksever'in sorularını yanıtladı.

dicle üniversitesi sosyoloji bölüm başkanı profesör rüstem erkan doksanlı yılları bölgede yaşamış ve tez konusu yapmış bir akademisyen. yeniden başlayan çatışmaları değerlendiren ve doksanlı yıllarla kıyaslayan erkan'la, takip edilecek yöntem, seçimler, suriye etkisi ve doksanlı yıllarda doğup bugün elinde silah tutan çocukları konuştuk.

‘doksanlı yılları arayabiliriz’

doksanlı yıllarda bölge çatışmalarla travmatik bir durum yaşadı. son 2,5 yılda ise normalleşen yaşam yerini yeniden çatışmalara bıraktı. bunun yol açacağı sorunun ne olacağını sormak istiyorum?

türkiye’de çok sık konuşulan bu yeni çatışma döneminin başlamasıyla birlikte doksanlı yıllara tekrar mı dönüyoruz söylemi ya da analizi bugünkü durumu tanımlamak için yetersiz bence. bildiğimiz gibi doksanlı yılların en önemli özelliği kentlerde daha çok faili meçhul cinayetler, kırsal alanlarda ciddi olarak çatışmalar vardı. güvenlik nedeniyle zorunlu köy boşaltmalar veya kırsal kesimlerdeki insanların kendisini devletle örgüt arasına sıkışmış hissetmesinden dolayı büyük ölçüde ilçe merkezlerine ve kentlere göç yaşandı. dolayısıyla iki binlerden sonra başlayarak, sorun büyük ölçüde kent ve ilçe merkezlerine taşınmaya başladı. göçle birlikte nüfusu yüz binleri bulan ilçe merkezlerinden bahsediyorum. bugün çatışmalara baktığımızda büyük oranda ilçe merkezleri ve kentlerde yaşanıyor. yüksekova, şemdinli, silopi, silvan, lice gibi ilçelerde yaşanmaya başladı.

daha tehlikeli bir döneme mi işaret ediyor?

doksanlardan çok daha tehlikeli bir durumla karşı karşıyayız. bugünkü dönemi doksanlardan ayıran yanı şu; doksanlarda bu kadar politize kentlerle karşı karşıya değildik. hdp geleneğindeki partilerin ilk belediye başkanlıkları bildiğiniz gibi 99 yılında gerçekleşti. 99’dan bu yana diyarbakır ve doğu illerinde önemli oranda belediyeye sahip oldular. çok ciddi anlamda sivil toplum örgütleri de oluşmaya başladı. dolayısıyla kentler doksanlı yıllara göre daha politize ve bu açılım süreci ile birlikte daha fazla yükselmiş bir duyguyla karşı karşıyayız. çözüm yönünde bir algı oluşmuştu çözülecek diye. onun için bence bugün eğer bu çatışma durumu devam eder, sorunda bir çözüm yoluna girilmezse doksanlı yılları arayacak bir duruma gelebilir türkiye. tehlikenin boyutuna dikkat çekmek için bunu söylüyorum, doksanlı yıllar analiziyle işi götürmek çok doğru değil. bugün çok ciddi bir durumda kentler ve büyük tehlikeyle karşı karşıya.

‘çatışmalar uzun sürmez’

sanıyorum bu uyarı iki taraf için de geçerli?

güvenlik güçleri doksanlı yıllara oranla teknik olarak belki de üstün durumdadır ama doksanlı yıllarda çatışmalara daha hazırlıklıydı. devam eden çatışmalar vardı ve çatışma deneyimi vardı. örgüt için de aynısı söylenebilir. iki tarafın da çok büyük zarar göreceği bir durumla karşı karşıyayız. suriye örneği de gösterdi ki durum şudur; karşıda bir devlet, düzenli bir ordu varsa ne kadar militan kadrosu ve desteğe sahip olsa da öyle devletle mücadele edip galip gelmek çok kolay bir şey değil. diğer tarafta örgüt dediğimiz şey sadece militan kadrosundan oluşan bir yapı değil. seçimlerle de açık şekilde gördük. çok ciddi bir halk desteği olan, türkiye’nin her yerinden destek alan bir yapı. ne çatışarak devletten çok ciddi şeyler koparılabilir, ne de son terörist kalıncaya kadar çatışırız mantığı realist değil. dolayısıyla çatışmalar kazançlı çıkılacak bir durum değil. ben bu işin böyle çok uzun sürmeyeceği düşüncesindeyim.

‘burada yaşananlardan türkiye’nin bir bölümünün hiç haberi yok’

çatışmaların mı?

çatışmaların. belli bir yerden sonra aklıselim ortaya çıkacak, anlaşma olacak ama bu süre içerisindeki tahribat üzüntü verici. tahribat derken güven giderek zayıflamış olacak, yeni bir çözüm süreci başlamış olsa bile her zaman şu söylenecek; ‘daha önce de 2,5 sene çözüm süreci vardı ama gelinen noktayı gördük.’ bugün yaşananlar insanların hafızasında diri olacak. çatışmalar her an başlayabilecek korkusuyla birlikte. ama şunu da söylemek gerek, çözüm süreci de bence çok sağlıklı yürümüyordu. bunu da belki konuşmak gerekiyor. yine de 2,5 yıllık çatışmasızlık ve barışın konuşulması bölge halkını heyecanlandırıyordu. çatışmalarda en çok zararı bölge halkı gördüğü için çözüm sürecine de bölge halkından daha yüksek bir destek var. yakın zamanda hepimiz tatillerden döndük. türkiye’nin bir bölgesinin bu olaylardan neredeyse hiç haberi yok. konuşmuyorlar bile. ama bu ülkenin bir bölgesinde şehirlerde, kocaman ilçelerde sokağa çıkma yasağını yaşıyorsun. böyle bir türkiye çok sağlıklı bir türkiye değil. coğrafyanın önemli bir kısmında insanlar farklı bir dünyada, ama bir bölgesinde de her gün silah sesi, sokağa çıkma yasağı vesaire. bu türkiye’de herkesi rahatsız edecek bir durumdur, dolayısıyla çözüme herkesin katkı sunması lazım.

‘kutsal isyan anlamlıdır’

taraflara yakın kesimlerin mi önce harekete geçmesi gerekiyor?

sürecin tıkanmasına neden olan her ne ise bu konuda kamuoyu baskısı oluşması gerekiyor. bu, kişilerle gidecek bir iş değil. her iki tarafta da halkın istediğini kimse engelleyemez. önemli olan halkın buna tepki göstermesidir. şehit cenazelerinde gösterilen tepkiler anlamlıdır. aynı tepkiyi ölen örgüt mensuplarının aileleri de göstermelidir. ölümlere karşı gösterilecek tepki belli ölçüde halkın kardeşliğini ortaya çıkarır. bunları belli ölçüde kutsal isyan olarak görebilirsiniz. bir ülkede zarar görenler, ezilenler duruma tepki göstermeye başlıyorlarsa, çözüm o zaman ortaya çıkar; çünkü şu son dönemde ölenlerin yoksul halk çocukları olduğunu görüyoruz.

2,5 senelik normalleşmeye karşın çözüm sürecinin sağlıklı ilerlemediğini söylediniz. oradan devam edersek...

silahsız ve şiddetsiz çözümün türkiye’deki destekçisi çok fazla. bu destek bu işin silahsız çözümüne olan inancın kaynaklık ettiği bir destekti. çözüm sürecindeki eksiklikler şuydu; eksikliklerden ziyade soruna bakışta oluşturulan paradigmada yanlışlık vardı. süreci yürüten hükümet, devlet ya da ak parti diyelim, soruna şöyle bakıyordu; bu tek parti döneminin inkâr, asimilasyon politikasından kaynaklanan bir durum. dolayısıyla biz artık kürt'e kürt dediğimiz zaman, köy adlarını iade ettikten sonra sorun belli ölçüde çözülmüş olacak. biraz da muhafazakârlık temelinde yürüyordu. ak parti çevrelerinde ve türkiye’nin batı tarafından bakıldığında çözüm sürecinden anlaşılan şey; örgütün sınır ötesine çekilmesi, silahları bırakması ve meselenin normalleşmesiydi.  ama biz bölgedeki havaya baktığımız zaman, hdp çevrelerine baktığımız zaman çözümden anladıkları bu değildi.

‘önemli olan süreci 10-15 sene çatışmasız sürdürebilmekti’

neydi?

çözüm süreci içerisinde daha fazla hak alınması; anadilde eğitimden tutun, idari yapının yeniden düzenlenerek, yerel yönetimlerin güçlendirilmesine kadar (buna özerlik diyen de var), yeni anayasaya kadar vesaire gibi müthiş bir kazanım beklentisi hâkimdi. hdp tarafından baktığımızda, türkiye’nin mevcut siyasi ve idari yapısıyla meselenin gitmeyeceği belliydi. iki tarafın çözüm sürecine bakış açılarının arasındaki boşluk çok önemliydi. ama elbette çözüm süreçleri dünya deneyimlerinden hareketle böyledir. birkaç yılda olabilecek şeyler değil. önemli olan görüşme sürecini 10-15 sene çatışmasızlıkla götürebilmekti. bu olamadı. kürt siyasetinin en önemli isimleri bir dönem çıkıp diyor ki; ‘bu işi çözerse recep tayyip erdoğan çözebilir, güveniyoruz, çözecek’ bunu hepimiz gördük. belli bir döneme gelindiğinde, ‘bu iş recep tayyip erdoğan ile çözülmez’ noktasına geliyor. işte bu duygusal yaklaşımların olmaması lazım. meseleye tarihsel süreç içerisinde ideolojik bakan yaklaşımdan bağımsız bir bakış açısına ihtiyaç var. bunun analizi iyi yapılmıyor. bu iş salt ne abdullah öcalan’ın dediğiyle gidebilir ne de recep tayyip erdoğan’ın dediğiyle gidebilir. burada halkların geleceğini kuruyorsunuz, kişilerin ne engelleyebileceği ne de çözebileceği bir sorun değil bu.

'âkil insanlara rol verilmedi'

âkil insanlar üzerinden çalışma yürütülmesi iyi bir yöntem değil miydi?

'âkil insan' mantığı doğru bir mantıktı, fakat âkillere rol verilmedi. rolleri sadece meseleyi tespit ve izah etme noktasında kaldı. sürecin nasıl yürümesi gerektiğine dair yaptırımları olmadı. hakem heyeti deniyordu ya. sadece meseleyi bölgelere gidip anlatan ve belli de bir yumuşamaya yol açan çalışma yürüttüler. ama her iki tarafa da ‘şu yapılmalı’ diyecek bir âkil heyeti olmalı.

pratik inisiyatifi de verilmeliydi diyorsunuz yani...

iki taraftan da bağımsız ve sadece çözümü anlatan değil, iki tarafa da gerektiğinde ‘siz yanlış yapıyorsunuz’ diyen bir grup olmalıydılar. tarafların hatalarını görebilen, tepki gösterebilen, geniş halk desteğini de alabilen bir grup olması gerekirdi diye düşünüyorum.

‘çok seçim olması talihsizlikti’

olası yeni ve çatışmasız bir dönemde geçmişte yapılanlardan olumlu-olumsuz ders çıkartılarak neler yapılmalı?

bu sürecin şanssız yanlarından birisi de başladığı günden beri her sene bir seçim, bazı sene de iki seçim oldu. seçim dönemlerinde kullanılan dil normal zamanlardakine göre daha keskindir. halkın sağduyusu siyasilerin sağduyusundan daha önde bana göre. bu dil belli ölçülerde süreci zehirleyen bir dil. çözüm süreci çok fazla kurban edildi seçimlere. oy meselesi çok yapıldı her iki tarafta. oysa ki buradaki mesele oy kaygısını aşan bir meseleydi. sürece başlarken, ‘biz kaybetme bahasına süreci yürüteceğiz’ deniyordu ya, o doğru yaklaşımdı ama bunu yapmadılar. seçim dönemi başladığı zaman, bu iki partinin bölgede birbirinin rakibi gerçeğini göz önünde bulundurduğumuzda, her iki taraf da birbirlerine çok acımasız eleştiriler yönelttiler. bu, süreci etkileyen bir duruma geldi. bu seçimde de büyük ölçüde aynı durumla karşı karşıya kalacağız. türkiye’deki milliyetçilik büyük oranda şiddet üzerinden gelişiyor. bu dönemde ölümlerin artması, şiddetin artması türkiye’deki milliyetçi damarı yükselten bir duruma gelmeye başladı. bu seçimde de bunun üzerinden gidilirse, 1 kasım’dan sonra da sıkıntı olmaya devam edecek. biz 7 haziran’dan sonra normalleşir diye düşünüyorduk. erken seçimle ertelenmiş oldu. 2015 yılını çatışmalarla geçireceğiz gibi görünüyor. hdp’nin iki vekilinin hükümette olması seçim yaklaştığında adı konmamış ve silahların susmasına yol açabilecek bir döneme yol açabilir diye düşünüyorum. bir de seçim sonrası için çok kati söylemlerde bulunmamak lazım; ‘şununla hükümeti kurmayız, bununla bir araya gelmeyiz’ gibi. türkiye’de bir akp-hdp koalisyonu sorunları çözmede bence önemliydi. bu seçimde böyle bir dil kullanılmamalı. bu işin silahsız, çatışmasız çözülmesini istiyorlarsa siyasetin kullanacağı dile dikkat etmesi gerekiyor.

rustem-erkan
Profesör Rüstem Erkan çözüm sürecine dönülmesinin mümkün olduğunu belirtiyor; ancak yeni ve güçlü bir başlangıcın şart olduğunu söylüyor.
[[Fotoğraf: Abdülkadir Konuksever / Al Jazeera Türk]]

tabanları bundan çok etkileniyor çünkü kullanılan dil tabanın da üslubu olabiliyor, öyle mi?

kobani meselesindeki o tür bir söylem işi içinden çıkılmaz hale getirdi.

6-8 ekim olayları mı?

evet. gerek cumhurbaşkanı’nın, ‘kobani düştü düşecek’, gerekse karşı tarafın kullandığı dil ve reaksiyonu göçle gelmiş, hayatı şiddetin içerisinde geçmiş insanların verecekleri tepki bilinerek kullanılmalıydı. bu dil meselesi ile ilgili seçimlere kadar çok ümitvar değilim. ama seçimlere yaklaştıkça tansiyonun düşeceğini ve kontrollü bir şekilde çatışmaların azalacağını düşünüyorum. herkesin anladığını da düşünüyorum. çatışmalar sadece çatışanlara değil tüm türkiye’ye kaybettiriyor. dolayısıyla bunu bir kürt sorunu değil, türkiye sorunu olarak düşünüp, türkiye’nin her tarafındaki insanların bu sürecin bitmesi için çaba göstermesi gerektiğine inanıyorum.

95 doğumlular faktörü

doksanlı yıllarla kıyaslandığında bugün yaşanan çatışmalarda yöntem farklılıkları var. biraz başa dönmüş olacağım belki ama sanırım irdelemek gerekiyor. siz de söylediniz, kırsal alanlarda süren çatışmalar il ve ilçe merkezlerine kaydı. üstelik gençlik yapılanmaları üzerinden yürütülen bu çatışmalarda çocuk yaşta diyebileceğimiz insanlar da yer alıyor. bu durum meseleyi daha da derinleştirmiyor mu?

bugün 15-16 yaş grubu, 'doksanlı yıllar' diye anlattığımız dönemde ve büyük çoğunluğu 95 yıllarında doğan çocuklar. bu yılların özelliğine baktığımızda, kırsal kesimde çok ciddi bir çatışmanın olduğu, hatta her türlü hukuksuzluğun olduğu bir dönemde doğmuş çocuklar. apar topar kentlere göç etmiş insanlar. bunların normal diyebileceğimiz bir yaşamları olmadı. türkiye’nin diğer yörelerindeki çocuklar gibi bir yaşama sahip olmadılar. üniversite, lise sınavına hazırlanan bir kuşak değil. bunların tamamı bu şiddet ortamından gelmiş olan çocuklar. yabancı basında çıkan bunlarla yapılmış birkaç röportaj okudum. kendilerini örgüt elemanı olarak görmüyorlar. ama kendiliğinden inisiyatif almış ve çatışan bir kitle ile karşı karşıyayız. bugün tehlikeli dediğim durum budur; yani örgüt dediğiniz zaman elemanlarını devlet bilebiliyor, takip edebiliyor, kontrol altına alabiliyor ama işte bu genç kitle her yerde eylem yapabilme potansiyeline sahip ve yapıyorlar. kırsal alandaki gibi, mesele gidip küçük bir yerleşim birimini kontrol etmek değil, bir milyonluk şehirlerden bahsediyoruz. meselenin tehlikeli bir boyuta gelmesi buradan kaynaklanıyor. ‘hdp isterse durdurur’ algısı da doğru değil. bence bu genç kitle üzerinde siyasi kontrolü sağlayacak bir mekanizma yok gibi görünüyor. hdp geleneği de bunun farkında.

ellerinde ağır silah da taşıyan çocuklardan bahsediyoruz. kontrol eden bir gücün varlığından varlığından söz edilebilir mi?

birilerinin bir ağ ilişkisi mutlaka var. ama bu kimdir? örgütün hiyerarşik yapısı içerisinde mi oluşuyor, devletin bilmesi lazım bunu. diyarbakır, suruç bombacısının da geri planlarındaki ilişkilerin çözülmesi lazım. 17-18 yaşlarındaki çocukların gelip tek başına silaha erişmesi nasıl oluyor, çözülmesi lazım. sadece fail üzerinde duruluyor. yoksa bu kitleye ‘durun, yapmayın’ demekle olmuyor. ama şu etkili olabiliyor; çözüm süreci içerisinde de kısmen olaylar yaşanıyordu ama bu boyuta erişmiyordu. çok güçlü bir halk iradesi, siyasi bir irade oluşursa, o zaman bu kitle kendi içerisinde normalleşmeye başlayabilir. eğer türkiye 5-10 seneyi sağlıklı geçirebilirse bu kitle de o zaman belli bir yaş oranına ulaşmış olacak.

zaman normalleştirebilecek, rehabilite edebilecek diyorsunuz.

normalleşecek. 95’ten sonra doğanlar kentlerde doğdular ve bu kadar işin içerisinde değiller diye düşünüyorum. her iki tarafın da yüreğine taş basarak, şu 5-10 yılı barış içinde geçirmesi sağlıklı olurdu. bunu çok başaramadılar.

‘çözüm süreci suriye olmasaydı yürüyebilirdi’

travmanın iyileşebileceği bir döneme ihtiyaç olduğunu söylüyorsunuz.

evet böyle bir döneme ihtiyaç var. en çok travmatik duruma maruz kalmış insanların bile zamanla iyileşebilecek bir ruh halleri vardır. bu ortam çok sağlanamadı. 2,5 sene içerisinde bir normalleşme yaşandı ama o dönem normalleşme yaşanırken sınırlarımızda dehşet vardı. kitleyi o dönem şiddete yönlendiren, ajite eden bildiğiniz gibi suriye ve kobani oldu. o görüntüler sıradan insanları bile müthiş şekilde etkilerken, bu kitle üzerindeki etkisi çok daha büyük oldu. içte hatalar yapıldı ama yine yürüyebilirdi çözüm süreci, eğer suriye meselesi olmasaydı. suriye’deki durumun normalleşmeye başlamasıyla bu sorunu çok daha rahat çözebiliriz.

ama normalleşecek gibi görünmüyor.

çatışmalarda tehlikeli noktalardan birisi de bu. belki doksanlı yıllara benzeyen yanı bu olacaktır. basın içerisindeydiniz, o yılları da takip ediyordunuz, biliyorum. olaylar başladığı zaman bütün medya birinci sayfadan verirdi haberi. daha sonraları ölü sayısı onu geçtiğinde birinci sayfadan vermeye başladılar. bir, iki kişi öldüğünde iç sayfalarda görüyorlardı. aynı süreci yeniden yaşamaya başlıyoruz. türkiye’nin belli bir bölgesinde her gün bir, iki kişi hayatını kaybediyor gibi normal olarak algılanmaya başlandığı zaman, bu, çözümü engelleyen bir şey olur. insanlar ‘benden çok uzakta birileri ölüyor’ diye düşünmeye başlarsa doksanların algısı hayat buluyor demektir.

çözüm sürecine yeniden olası bir dönüş durumunda belki de geçmişten ders çıkarmak gerekecek. bu anlamda tarafların tavırları ne olmalı?

bir defa benzer yollarla işi götürmenin doğru olmadığı görülüyor. eğer masa devrilmişse yine aynı aktörlerle, aynı yöntemlerle sürdürmek çok sağlıklı olmayabilir. gelinen nokta önemli bir kazanım, çünkü 2,5 yıl ölümler olmamış; o aşamayı elde tutarak, koruyarak, yeni ve güçlü bir başlangıç yapmak lazım. ama bu yeni başlangıçta eğer âkil insan mantığı yürüyecekse, iki tarafın da üzerinde sözü geçecek, söylediğine itibar edilecek insanlardan oluşması lazım. gerektiği zaman kandil’e de, devlete de, ‘yanlış yapıyorsun’ diyebilecek ve halka anlatabilecek bir yolun olması lazım. pratik güçlerinin olması lazım.

kaynak: al jazeera

Abdülkadir Konuksever

1971 yılında diyarbakır'da doğdu. 1990 yılında gazeteciliğe başladı. ulusal ve uluslararası yayın kuruluşlarında çalıştı. basılı iki öykü kitabı bulunan konuksever, al jazeera türk diyarbakır ofisi muhabiri olarak görev yapmaktadır.  Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;