Çocuk hakları

Mutlu Tönbekici: Hedefim bin çocuğa koruyucu aile

Gazeteci Mutlu Tönbekici 3 yıldır koruyucu aile. Hayatımda yaptığım en iyi şey diye tanımladığı koruyucu aileliği yaygınlaştırmak için çabalıyor, “Bir kişiyi etkilesem kâr, bin çocuğu ailelendirmek istiyorum” diyor. Tönbekici’ye göre, koruyucu aileliğin avantajları da var, mesela devlet korumasındaki çocuklar için özel okullar ücretsiz.

Konular: Türkiye

mutlu tönbekici, yılların gazetecisi. gazeteci, yazar, gezgin, küçük oteller kitabı’nı o başlatmadı ama geleneği şimdi o sürdürüyor. ama bu röportajın konusu başka. 3 sene önce ben doğum iznindeyken, mutlu (o dönem vatan gazetesinde yazıyordu), köşesinde koruyucu aile olma macerasını tüm samimiyetiyle anlatıyordu. bebeğini ilk gördüğü anı, beraber ilk gecelerini, ağlamasını durduramadığını, hislerini… duygularımız tamamen aynıydı.

aradan 3 yıl geçti. mutlu hem yalnız bir anne hem de koruyucu aile ama nihayetinde kızını çok seven, güçlü bir anne. piti’den söz ederken, konuşma içli bir yere gittiği an, her anne gibi gözleri doluyor. koruyucu ailelikse ona göre, normal bir aile olmaktan farklı değil hatta avantajları var, mesela devlet korumasında sayılan çocuklar özel okula ücretsiz devam edebiliyor.  

koruyucu anne olalı 3 sene oldu sanırım. nasıl gidiyor hayat?

çocukla hayatım aynı çocuk doğurmuş insanlarınki gibi gidiyor. yalnız anneler çocuklarıyla nasıl bir hayat yaşıyorsa ben de aynısını yaşıyorum. sabah kalkıyoruz, giydiriyorum, yuvaya götürüyorum. akşam okuldan alıyorum, parka gidiyoruz, o ne istiyorsa onu yapıyoruz. ben çalıştığım için bir bakıcımız var tabii... hatta onlar sayesinde kocaman bir aile olduk.

nasıl yani?

piti benim koruyucu çocuğum. aslında öyle bir laf yok ama ben öyle diyorum. onun sayesinde bir ailem oldu. bakıcımız ayşe ve onun ailesi benim ailem oldu. onların amcaları, teyzeleri de piti’nin amcası, teyzesi oldu. ve biz böylece kocaman bir aile oluşturduk. hiçbirinin arasında kan bağı yok ama kan bağı olan ailelerden çok daha kuvvetli bir aile haline geldik.

nereden aklına geldi koruyucu aile olmak?

2013’teki nevruz’da ben çok umutluydum. türkiye’nin terörsüz, savaşsız, ölümlerin olmadığı güzel bir ülke olacağına dair çok büyük bir umut beslemiştim. bütün bu ümitler bende “artık bir çocuk büyütebilirim” hissini uyandırdı. daha doğrusu madem ülkemiz böyle güzel bir hale geldi, o zaman ben de ülkem için bir şey yapayım. hissim buydu. 'ben ülkem için ne yapabilirim' diye düşündüm. tek başına bir kadın olarak da aklıma ilk gelen şey, yuvadan bir çocuk almak oldu. doğurmak falan değil. bireysel bir yardım ama ülkenin bir bütününün küçük bir parçasına katkı… tüm motivasyonum buydu. o sırada vatan gazetesinde yazıyordum. hemen bu duygularla yazımı yazdım. ertesi sabah da internetten araştırdım, 'nereden, nasıl çocuk evlat ediniliyor' diye.

o sırada aklında sadece evlat edinmek var herhalde...

tabii... başka bir formül bilmiyordum. kuruma gittim, yaşımı sordular. o zaman 43 yaşındaydım, suratlar ekşidi ve “eğer küçük bebek istiyorsanız, yaşınız maksimum 40 olmalıydı. bebek alamazsınız. şimdi yazılırsanız, 2 yıl sonra size sıra gelir. o zaman da 5 yaşında bir çocuk alabilirsiniz” dediler. ben de hayatımda hiç çocuk bakmadığım için açıkçası 5 yaşında bir çocuk bana çok büyük geldi. hiçbir geçmişimiz olmaksızın büyüyecekti. iki yabancı olarak aynı evi paylaşacaktık. 'başka ne olabilir?' diye sorunca koruyucu aile formülünü anlattılar.

“15 bin kimseli-kimsesiz çocuk var”

neymiş koruyucu aile?

tüm türkiye genelindeki yetiştirme yurtlarında veya benzer yurtlarda, aşağı yukarı 15 bin “kağıt üstünde kimseli ama aslında kimsesiz” çocuk var. yani bu çocukların ana babaları aslında var ve onların nüfuslarına kayıtlılar. fakat bu ebeveynler çocuklarını bir takım sebeplerden dolayı yuvaya bırakmışlar ve yine bir takım sebeplerden dolayı o çocukları geri alamıyorlar fakat çocuğun evlatlık verilmesini de istemiyorlar. yani hem “evlatlık verilebilir” kâğıdını imzalamıyor, hem de bu çocuklarla hiçbir surette ilgilenmiyorlar.

bu nasıl bir şey?

bu, bir çocuk için olabilecek en büyük travma. çünkü nüfus kâğıdına bakınca bir anne baba var fakat o kişiler hiçbir zaman gelmiyor, arayıp sormuyorlar. bu çocukların gözleri hep kapıda... işte bu çocuklar orada ziyan olmasın diyerek bir ara formül bulunuyor.  bu, avrupa ve amerika’da da yapılan, fosterchild/fosterparents denen şey. mesela hollanda’da çok yaygın, orada yuva neredeyse yok. türkiye aslında 1985’te bu işe girdi ama o zamandan bu yana koruyucu ailelik çok az oldu. şimdi şimdi yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. evlatlık edinmenin ön provası değil. sonu oraya varacak diye bir şey yok. ama olabilir de.

şimdiye kadar hayatta yaptığın en iyi şey ne, diye sorduklarında, cevabım “piti’yi almak” oluyor. tabii sağlıklı, cin gibi, kendine güvenli, sosyal olduğu için çok mutluyum.

biyolojik aile bu süreçte fikrini değiştirip çocuğunun evlatlık verilmesine izin verebilir mi?

evet. zaten biyolojik aileye 3-4 yılda bir soruluyor. eskiden koruyucu aile açısından bu bir travma idi. çünkü çocuk onlardan alınıp evlatlık almaya şartları uyan aileye veriliyordu. ama yeni eklenen bir yönetmeliğe göre, eğer çocuk, koruyucu aile yanındaysa ve onunla aile ilişkisi kurmuşsa, yaş farkına bakılmaksızın evlat edinmede öncelikli olan koruyucu aile oluyor.

şu an türkiye’de ne kadar koruyucu aile var?

4 bine yakın. nüfusa oranla en çok denizli’de var.

neden denizli?

anladığım kadarıyla denizli’deki ilk koruyucu aile oranın önde gelen, tanınmış, sevilen ailelerinden biri. örnek oluyorlar. zamanla derneklerini kuruyorlar. küçük bir kent olduğu için insanlar birbirlerinden özeniyor.

sen artık tecrübeli bir koruyucu annesin. zor bir şey mi bu?

koruyucu anne olmanın doğurmuş bir anne olmaktan herhangi bir farkı yok. çünkü o çocuk 7/24 sizinle beraber. sizlerin çocuğunuzla yaşadığınız şeylerin aynısını yaşıyoruz.

“istediğimiz özel okula, çocuğumuzu yüzde 100 bursla gönderebiliyoruz”

peki, koruyucu ailelerin biyolojik ailelerden ne farkı var? devletin kolaylaştırıcı düzenlemeleri var mı?

öncelikle bazı avantajlarımız var. biz istediğimiz her özel okula çocuğumuzu yüzde 100 bursla gönderebiliyoruz. her özel okulun en az yüzde 2 oranında devlet koruması altında çocuklara (bizim çocukların resmi statüsü bu: devlet koruması altında çocuk)  kontenjanı var. devlet hastanelerinde ücretsiz tedavi olabiliyorlar. ayrıca bazı anlaşmalı özel hastanelerde de ücretsiz tedavileri yapılabiliyor. bu, benim açımdan olağanüstü bir avantaj. devlet bu yönetmelikle sağlık ve eğitim yükünü koruyucu ailelerin üzerinden almış oluyor. hatta bizlere maaş da veriyorlar. çok değil. çocuğun yaşına göre değişen bir maaş. ben şu an 450 tl alıyorum, okula başlayınca bu 800 tl oluyor. eğer üniversiteye kadar okutursan, 1000 tl’ye kadar çıkıyor. sbs, üniversite hazırlık kursları için ciddi yardımda bulunuyor devlet aileye.

Mutlu Tönbekici'nin kızı Piti...

peki, dezavantajları nedir?

kağıt üzerinde bir takım işlemler yaptığında sen muhakkak surette kurumla, aile ve sosyal politikalar bakanlığı il müdürlüğü ile işbirliği içerisinde olmak durumundasın. okula yazdırırken, onların yazı yazmaları gerekiyor. pasaport çıkartırken kurumdan bir uzmanın kayyum tayin edilmesi gerekiyor. o kayyum sana vekâlet veriyor, onunla beraber gidiyorsun, pasaport çıkartıyorsun. keza vize de öyle... bunlar bir kere oluyor ama. ondan sonra aynı vekâletle işlerini halledebiliyorsun.

havaalanında, otellerde, vs. soyadlarınızın farklı olması sorun oluyor mu?

biz her seyahatimizde izin alıyoruz. ama mesela 1 aylık bir seyahat için bir kere izin alınıyor. yurtdışı için de valilikten izin alınıyor. ama bunlar öyle çok uzun zaman alan şeyler değil.

“bürokrasi bezdirici değildi”

ben de onu soracaktım. ilk andan itibaren karşılaştığın bürokrasi bezdirici miydi?

hayır, değildi. aksine beklenmedik bir pratiklik söz konusuydu. açıkçası benim işlerim çok hızlı oldu. başvurduktan sonra 2-3 ay içinde bütün ön işlemler tamamlandı. bezdiren tek unsur, devlet hastanesinden tam teşekküllü bir sağlık raporu almak. kurum işi çok ciddiye alıyor. en başta eve iki kere geliyor. sizinle sohbet ediyor, eve bakıyor, çocuğa hangi odayı vereceğinizi, evi nasıl düzenleyeceğinizi soruyor. kurum, verdiğin beş referansa tek tek telefon ederek “bu insan çocuk bakmaya ehil midir? yeterli midir?” diye görüşüyor.

bir gelir sınırı var mı?

miktar sınırı yok ama düzenli bir gelir olmasını istiyorlar. bu, maaş bordrosu olabilir, bir kira kontratı olabilir. işlemler en fazla 6 ay sürebiliyor. bu sürenin sonunda çocukların dosyalarına bakın, diye çağırıyorlar.

peki bu kısım nasıl oluyor? nasıl seçiliyor bir çocuk?

evet, bu kısım önemli. herkes bir yurda girip etrafındaki çocuklara bakıp içlerinden birini seçeceğini sanıyor. ve tabii bunun da çok zor olacağını düşünüyor. ben de öyle sanıyordum ve bu korkunç vehim yüzünden bu işi uzun zaman erteledim. ama asla böyle olmuyor. çok daha medeni ve doğru bir formül bulmuşlar.

nasıl bir formül?

evvela senin önüne çocukların dosyası geliyor. sadece iki dosya… bakıyorsun ve çocukla, geçmişiyle, neden orada olduğuyla, anne babasıyla ilgili her şeyi okuyorsun. varsa anne babanın bağımlılığından çocuğun kaç kilo doğduğuna kadar… kesinlikle yalan yok. eğer birine “tamam” diye karar verirsen, senin için yurttan randevu alıyorlar. bu arada okurlara hatırlatayım: başvuran kişinin ilk muhatap olduğu makam yurt değil, kurum. ikisi farklı ve başka yerlerde. yurda da bir sürü çok ciddi güvenlik önlemleri eşliğinde giriyorsun. ve o küçük bebelerin kaldığı binaya gidip bir odada bekliyorsun. senin seçtiğin bebek geliyor, eline veriyorlar. 15 dakika kadar onunla bir iletişim kurmaya çalışıyorsun.

kucağına alabildin mi ilk anda?

kucağıma veriyorlar zaten. istedikleri şey çocukla bağlantı kurabilmen…

ne hissettiğini hatırlıyor musun?

daha evvel çocuk bakmışlığım yok. çocuklarla bir temasım da olmamış. hatta çok korkardım çocuklardan. o an açıkçası bir ağlama geldi bana, durduramıyorum ağlamamı. büyük bir korku, endişe, merhamet… hayatının artık çok çok çok değişeceğine dair bir belirsizlik hissi - ki bu çok abartılı bir duyguymuş, şimdi öyle düşünüyorum. herhalde hamile kaldığını öğrendiğinde bütün kadınların hissettiği duyguya benzer bir şey olmalı. çok yakıcı duygular içinde ciddi olarak boğulduğumu hissettim. ne yapacağını da bilmiyorsun… çocuk ise o masum, o kadar minik ki… göz teması bile kuramıyor.

ne kadardı bebek?

5-6 aylık. hiç de küçük değildi ay olarak ama prematüre doğduğu için gelişimi iki ay geriden geliyordu. sonra bebeği aldılar, “bu akşam düşünün siz” dediler. ben kendimi yurdun bahçesine attım, hareket edecek halim yoktu. orada bir bankta kalakaldım. hamile kaldığında seçim diye bir şey yok, ne düştüyse rahmine onu doğuracaksan. ama burada bir seçime zorlanıyorsun. toplam üç seçme hakkın var. yani üç çocuk görebiliyorsun. biri için “hayır” dersen, artık o çocukla hiçbir alakan kalmıyor. 

“sen kimsin ki neyi ret ediyorsun, neyi seçmiyorsun”

neler geçti aklından?

“sen kimsin ki neyi reddediyorsun, neyi seçmiyorsun”, dedim kendi kendime. bu bir kısmettir! bu çocuğun zaten bir kere kaderiyle çok büyük oynanmış. “senin” dedim “ne haddine bir kere daha bu çocuğun kaderiyle oynamak? bunu sen yapamazsın” dedim. aslında neden tereddüt ettiğimi ve bunları düşündüğümü de bilmiyorum.

o gecen nasıl geçti?

o gece çok ağladım. hayatta her şeyi tek yaptığım için o gün de yalnızdım. ve otobüsle gitmiştim. dönüşte otobüsteki insanların yüzüne bakıyordum, acaba ona mı benzer buna mı benzer diye. o otobüstekilerden birisi çocuğun babası veya annesi de olabilir. bilmiyorsun ki. aslında yurda girip de çocuğu görene kadar moralim çok iyiydi. sonra çocuğu görünce birden bire sanırım gerçeklikle karşı karşıya geldim. “uçurumdan korkacak ne var ki!” deyip sonra uçurumun kenarına gelince yüreğinin tuhaf olması, içinin kalkması gibi… o gece, neden bilmiyorum, çok ağladım. çok çok minnacık, çok çok zayıf, çok çok çelimsizdi. hayatımda gördüğüm en çelimsiz çocuktu. “sen almazsan kim alacak? özellikle onu alman gerekiyor” dedim ama bir yandan da korkuyordum.

bazı avantajlarımız var. biz istediğimiz her özel okula çocuğumuzu yüzde 100 bursla gönderebiliyoruz. devlet hastanelerinde hatta bazı özel hastanelerde de ücretsiz tedavi olabiliyorlar.

sonra bir daha ne zaman gördün kızını?

hemen ertesi gün gelmemi söylemişlerdi zaten… bu kez arabayla gittim. bütün gün beraber olduk. ondan sonra karar verecektim. bu sefer misafir odasında değil de, çocuk odasına beraberdik. yani hep yatıp kalktıkları oda. telefon falan her şeyi kapıda bırakıyorsun. “işte bak, seninki orada uyuyor” dediler. öyle uyuyordu hakikaten. uyandırdık. sütü böyle vereceksin, altını böyle değiştireceksin, böyle yıkayacaksın diye gösterdiler bana... o kadar sessiz, o kadar tepkisizdi ki… akşam oldu. ben artık gideyim, dedim. bir cuma günüydü. oradaki görevli anne (orada çalışan görevli bakıcılara anne deniyor) “eee, istemiyor musun çocuğu?” diye sordu. haftasonu bir düşüneyim, dedim. “ne düşüneceksin! bak, çok sakin, bu seni hiç üzmez. araya hafta sonu falan girmesin” dedi.

ne yaptın?

birden telefonlar edildi, kağıtlar geldi, bir şeyler imzalandı. ben cuma akşamı elimde bir bebekle evime geldim. sonra iclal’e (aydın), arkadaşlarıma haber verdim, eskilerini getirmelerini rica ettim. anında geldiler, bir kamyon dolusu eşya, hepsini yeni almışlardı. şimdi düşünüyorum da, eğer o gün yuvada böyle yapmasalardı, belki bir daha oraya gitmeyecektim. çünkü şeytan sürekli olarak “boşver, boşver” deyip bir tarafından çekiyor. onlar da sanırım bunu bildikleri için veya benim tereddüdümü gördükleri için böyle bir şey yaptılar. iyi ki de yapmışlar! fakat en güldüğüm şey şu, o çok sakin, seni hiç üzmez dedikleri çocuk var ya! hahaha.. bu kadar mı yaramaz, bu kadar mı zıpır olur! o çelimsiz çocuk nasıl büyüdü, nasıl canlandı, anlatamam. kök söktürüyor!

kızına bakınca kendinle gurur duyuyor musun?

yok. ben kendimle gurur duyma duygusunu bilmiyorum. başka konularda da öyle. ama kendimi iyi hissediyorum. bu kesin!

“hayatta yaptığım en iyi şey, piti’yi almak”

onu böyle mutlu, sağlıklı görünce, ne hissediyorsun?

şimdiye kadar hayatta yaptığın en iyi şey ne, diye sorduklarında, cevabım “piti’yi almak” oluyor. tabii sağlıklı, cin gibi, kendine güvenli, sosyal olduğu için çok mutluyum. aksi olsaydı da yine severdim o ayrı ama böyle olması iyice mutlu ediyor. iyi ki böyle bir çocuk olmuş. yani o cılız, çırpı, zayıf çocuğun büyüyüp serpilebileceğine dair açıkçası pek umudum yoktu. hatta o kadar sakin ve dünyayla ilgisizdi ki otizmli mi diye de şüpheleniyordum. düşünsenize bir hafta göz teması kurmaya çalışması için uğraştık! doktorumuz, “ne kadar çok uyaran olursa o kadar iyi” dedi, ben de onu markete, düğüne, kahveye, çocuk tiyatrosuna, parka, deniz kenarına, aklına gelebilecek her yere götürdüm. şimdi şahane!

Tönbekici, koruyucu aileliği düşünenlere "Hiç düşünmesinler. Ben düşünene kadar benimki 3,5 yaşına geldi. Hayat çok hızlı akıp gidiyor" diyor.

çok öpen, koklayan bir anne misin?

başka türlü annelik olur mu?

bu üç sene senin tahmin ettiğinden daha mı zor, daha mı kolay geçti?

benim tahmin ettiğimden çok daha kolay geçti. sadece bir ara o kadar hareketlendi ki kafasını kırmadan bu dönemi geçirebilecek miyiz diye endişelendim. bir anda fırrr diye alıp başını gidiyordu. ama artık daha temkinli, annesinden uzaklaşmaması gerektiğini biliyor. bir de konuşmayı da çok hızlı çözdü dolayısıyla şimdi şu an çok daha sağlam, güvenli bir durumdayız. ama koruyucu aileliğin herhangi bir zorluğunu çekmedim, tam tersi kolaylığını yaşıyorum. özellikle de eğitim konusunda. çünkü yuvaya başladı ve ben yuvaya para vermiyorum.

yalnız anne olmak zor mu? artı koruyucu aile olmak!

yalnız koruyucu aile olmanın, yalnız anne olmaktan farkı yok. yalnız anne olmak, sanırım maddi durumla ve sana destek olacak birinin olup olmamasına bağlı. iyi bir bakıcı da olabilir, anneanne de… ben o anlamda hiç yalnız değilim. ayşe var. benim annem, ailem yok. ama ayşe’nin kendisi ve ailesi ve sülalesi bu konuda çok yardımcı. o yüzden şanslıyım. maddi durumum da böyle bir şeye imkan veriyor çok şükür. ama maddi durumu imkan vermeyen yalnız anneler -koruyucu veya biyolojik- ne yapıyor, bilmiyorum. çok zor!

piti sana ne diyor?

anne…

peki durumun farkında mı piti? paylaşmak gerekiyor mu? ona bu durumu bir masalla anlatmaya çalıştığından söz etmiştin.

tabii ki paylaşmak gerekiyor. ancak bu, bir gün kenara çekip  “yavrum bak şimdi sana bir şey söyleyeceğim” diye anlatılmaması gereken bir şey. daha ziyade doğal bir şeymiş gibi ve zaman içine yayarak anlatılması gereken bir konu. ben, koruyucu aile sohbetlerinin hepsini özellikle onun yanında yapıyorum. diğer koruyucu ailelerdeki çocuklarla bir arada olması için de çaba gösteriyorum. keza evet, bir masal var. onun çeşitli versiyonlarını yatmadan evvel her gün anlatıyorum. o daha çok balık hikayesini seviyor gerçi…

“iki risk var”

peki bir gün gelip ailesi onu isterse ne yaparsın? hukuken ne yapabilirsin? bu senin en büyük korkun mu?

bu, benim korkum değil. neden bilmiyorum, başından beri de hiç olmadı. bunu düşündüm ama endişeyle düşünmedim. doğruya doğru; iki risk var. ya biyolojik ailesi geri dönüp çocuğu isteyebilir ya da evlatlık statüsüne geçebilir. evlatlık statüsüne geçtiğinde yönetmelik diyor ki koruyucu aile önceliklidir. koruyucu aile çocuğu evlat edinmek istediğini açık ve net ifade etmiyorsa o zaman çocuk evlat edinmek isteyen başka bir aileye verilebiliyor. bu noktada çok dikkatli olmak gerekiyor. sosyal çalışmacının yazacağı rapor çok önemli. onun “evet, bu koruyucu aile isteklidir, yeterlidir, çocukla çok iyi bir aile bağı kurulmuştur. evlatlık alma önceliğinin bu aileye verilmesi gerekir” diye yazması gerekiyor.

çocuğunuzun biyolojik ailesi şu ana kadar seninle hiç temasa geçti mi?

hayır. zaten benimle temasa geçemezler. kurumla temasa geçip çocuğu görmek isteyebilirler. bizim biyolojik aile ile görüşmemiz ve ilişki kurmamız yasak. böyle bir talep şimdiye kadar olmadı. zaten böyle bir talepte bulunan aileler çok az. koruyucu ailelere verilen çocukların yüzde 100’e yakını ailelerinin hiç gelip görmediği çocuklar. çünkü belli aralıklarla ziyaret eden biyolojik aileler için de büyük bir şok. düşünsenize yurda geliyorlar ve burada yok deniyor bir anda. ama eğer bir gün çıkıp gelirlerse, açıkçası yapabileceğim bir şey yok. ama bu durum çok çok nadiren oluyor. binde 2 gibi bir oran olduğu söyleniyor.

koruyucu ailelerle görüşüyor musunuz?

tabii.. bir derneğimiz var, birbirimize fikren destek oluyoruz.

bu koruyucu ailelik uygulamasını devlet kolaylaştırmak için uğraşıyor mu? sanırım emine erdoğan’ın sahiplendiği bir proje bu.

evet, emine hanım, gönül elçileri diye bir program yürütüyor. ancak benim bundan koruyucu aile olduktan sonra haberim oldu. gazeteci olduğum halde haberdar değildim projeden. ama elbette bir faydası vardır. burada mesele şu: koruyucu ailelik nedir, insanlar bilmiyor. on beş günde bir gidip yuvada çocuk görmek, gofret vermek ve üç beş parça eşya götürmek sanılıyor. “sevgi evinde mi kalınıyor?” diyor. aslını bilen de koşulları bilmiyor. bana durmadan aynı soru geliyor mesela: “bekar olunca vermiyorlar değil mi?”. her şeyi bilen bu sefer de “ama ya ailesi geri alırsa?” diyor. kafalar çok karışıyor. daha net kamu spotları olmalı.

bir de başvuranlara kurumun çok ama çok nazik davranması gerek. zira çok hassas oluyor başvuranlar. en ufacık bir ters davranışta insanlar vazgeçiyor. bu kararı verip o kapıdan girene kadar, çok fırtınalar geçirmiş oluyor insanlar. günlerce uykusuz kalma ve litrelerce gözyaşıyla oraya geliniyor. kapıda kimlik alan kişiye kadar herkes bunun ne kadar zor bir karar olduğunu bilmeli. ve ona göre davranmalı.

'türk erkekleri sanki yeniden sünnet olacaklarmış gibi direniyor'

senin koruyucu aileliği teşvik etmek için yürüttüğün bir kampanya da var galiba...  

ben elimden geleni yapmaya çalışıyorum. konuşmalar yapıyorum. bir kişiyi etkilesem kârdır diye bakıyorum. bin çocuğu ailelendirmek istiyorum.  

bu işin kolaylaştırılması için kime ne düşüyor? ne yapılabilir?

aslında hollanda’daki model doğru. koruyucu ailelik bir evlat edinme modelinin dışında bir şey olmalı. ama biz türkler çocukla çok derin bağlar kuruyoruz, çok seviyoruz, çok bağlanıyoruz. bu hem iyi hem kötü. yeni yönetmelikle “elimden alacaklar” korkusu bir nebze kalktı ancak yönetmeliğe uyulmadığı zamanlar da oluyor. hakimlerin de bunun farkında olması gerekiyor.  

koruyucu aileliği  düşünen insanlara ne dersin? neyi düşünsünler, neyi tartsınlar?

hiç düşünmesinler. çünkü düşünene kadar benimki 3,5 yaşına girdi. hayat çok hızlı akıp gidiyor. düşünecek hiçbir şey yok. erkekler nasıl ikna edilir, bilmiyorum. koruyucu aile ve evlatlık meselesinde türk erkekleri sanki yeniden sünnet olacaklarmış gibi direniyorlar. bence kadın gitsin, alsın eve getirsin. bir kere o çocuk eve girdi mi, o gülücükleri dağıttı mı tamam. o çocuklar kendilerini sevdirmeyi çok iyi beceriyorlar. doğan çocuk da, bu çocuklar da kısmetleriyle geliyorlar. koruyucu ailelik müessesi ne kadar yayılırsa, biz o kadar topluma yararlı bireyler yetiştiririz.

kaynak: al jazeera

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;