Kentsel dönüşüm

Sokaklardan kulelere

Son 15 yılın yükselen değeri, ‘markalı konutların’ sayısı giderek artarken, şehirlerin siluetleri ile beraber yaşam alanları da değişiyor. Mahalle yaşamı, popüler dizilerin nostaljik dekor setlerine dönüşüyor.

Konular: Türkiye, Kentleşme
Ataşehir'de okuldan çıkan anne-oğul, güvenlikli sitedeki evlerine gidiyor. [Fotoğraf: Saner Şen]

bu yazı, al jazeera türk dergi'nin 'türkiye'nin şehirleri' sayısından alınmıştır. grafikli anlatımlar ve interaktif sunumların da yer aldığı, al jazeera türk dergi özel uygulamasını ipad ve iphone’lardan , android tabletlerden indirebilirsiniz.

“bugünün mahallesi artık eskiden olduğu gibi her uzvu birbirine bağlı yaşayan topluluk değildir; sadece belediye teşkilatının bir cüzü olarak mevcuttur. zaten mahallenin yerini yavaş yavaş alt kattaki üsttekinden habersiz; ölümüne, dirimine kayıtsız, küçük bir babil gibi her penceresinden ayrı bir radyo merkezinin nağmesi taşan apartman aldı.”

istanbul’un geçirdiği değişimi anlatan bu satırları ahmet hamdi tanpınar neredeyse 70 yıl önce yazmış. paragraf yazarın ‘beş şehir’ kitabından.
1940’larda bunları yazan tanpınar bugünün istanbul’unu nasıl anlatırdı acaba?

 

yedikule’ye sırtını vermiş kocamustafapaşa mahallesi’nde, istanbul’un en eski yerleşim merkezlerinden birindeyiz. bugüne dek kim bilir kaç kere kabuk değiştirmiş, kaç nesil insana ev sahipliği yapmış bu sokaklar.

artık eski ahşap binaları yok ama henüz göğe uzanan gökdelenlere de teslim olmamış. 1970’lerin sonunda yapılan en fazla 4-5 katlı apartmanlar var. hâlâ kapı önlerinde oynayan çocukların olduğu; esnafın sayfaları azalmış da olsa veresiye defterleri tutmaya devam ettiği; komşu kadınların çamaşırlarını ipe serdikten sonra pencereden muhabbete daldığı bir mahalle burası.

mahallenin sokaklarında hacı hamza mektebi’ne yürürken camdan merakla gelişimizi izleyen nuray uçar ile konuşuyoruz. 17 yıldır burada. memleketi kayseri’den bu sokağa gelin gelmiş, bir daha da çıkmamış. istanbul’u sevmese de sokağını, komşularını sevdiğini söylüyor: “burada çoğunluk birbirini tanır, komşuluk hâlâ vardır. küçük yerde büyüdüğüm için bu hoşuma gidiyor.”

çocukluğu kocamustafapaşa sokaklarında geçen yaşar uludağ mahallenin 20 yıllık esnafı. babasından devraldığı bakkalı işletiyor. “37 yıl önce babam açtı bu dükkânı, sonra da sıra bana geldi.” diyor, o esnada içeri giren müşterisi ile ilgilenirken. yaşlı bir amca iki ekmek alıyor. “yaşar bunları hesaba yaz.” diyor ayrılırken. “elinde büyüdüm sayılır hacı amca’nın, babamın müşterisiydi hâlâ bizden alışveriş eder. her gün gördüğüm insanlar, akraba gibi oluyorsun.” ama yaşar bakkal, akraba gibi gördüğü komşularının giderek azalmasından şikâyetçi: “komşuluk bitiyor artık. güven kalmadı insanlar arasında. dizilerde kalmış o eski komşular, ahbaplıklar.”

bir dönem popüler mahalle dizilerinin çekildiği balat, kuzguncuk gibi semtler, kültür ve tabiat varlıklarını koruma kanunu kapsamında. dokusu bozulmamış. dar sokakları, küçük dükkânları, esnafıyla, mahalle havasını koruyor.

kuzguncuk’un ana caddesi icâdiye üzerindeki kırtasiyenin sahibi cahit özen ile sohbet ediyoruz. 40 yıllık kuzguncuklu, mahallenin cahit ağabeyi: “sabah evimden buraya gelene kadar belki otuz kişiye günaydın diyorum. bu insana enerji veriyor, güven veriyor. kültürel yapınız da buna müsait ise bu çok hoş bir şey. korunduğunuzu da hissediyorsunuz karşıya da aynı hissi veriyorsunuz.” diyor ama o da değişimden şikâyetçi: “zaman içinde kuzguncuk’un rant getirir bir yer olmasıyla burada da bir kopuş başladı.”

aileden kuzguncuklu olan gazeteci tan morgül 1990’larda başlayan beyaz yakalıların akınından bahsediyor: “burası orta sınıf ailelerin yaşadığı bir yerdi. sonraları durumu iyi olanlar ev alıp restore etmeye başlayınca, eski kuzguncuklunun sayısı azaldı, kalanlar da sokaktan evlerine çekilmeye başladı.”

cahit özen’e göre, bu çekilmenin en büyük nedeni artık insanların birbirini giderek daha az tanıyor olması. kendisinin de eskiden herkesi tanırken artık mahallenin yarısını tanımadığını, böyle olunca da komşuluk bağının zayıf kaldığını söylüyor. “bu çocukluktan gelen bir şey galiba. belli bir yaştan sonra ne yeni gelen insanlar seninle ilgileniyor, ne de sen onlarla. ama yine de burada eskiden kalma bir ilişki biçimi az da olsa var.”

tan morgül, imara açılmak istenen kuzguncuk bostanı’na eski-yeni bütün kuzguncukluların sahip çıkma arzusunun temelinde de geçmişten kalma ilişkiler biçiminin olduğunu söylüyor: “dışarıdan gelenin motivasyonu da aynı, mahalle var diye geliyorlar, o zaman da bazı şeylere sahip çıkmak daha kolay oluyor.”

balat’ta benzer bir dönüşüm daha yavaş devam etse de, ev alıp restore edenlerin sayısı artıyor. mahallelerin profili değişiyor. 69 yıllık balatlı faruk sezer, “kimi yaşamak için, kimi işyeri için alıyor bu evleri. evlerin tamiri zor. izin alacaksın, para harcayacaksın. buradakilerin gücü yetmediği için birer birer satıyorlar. ama iyi oluyor. evler tamir gördükçe buraların da kıymeti artıyor.” diyor.

biz sohbet ederken hemen karşımızdaki merdivenlerde, belli ki yeni nişanlanmış genç bir çift fotoğraf çektiriyor. “çok geliyor böyle çiftler.” diyor faruk bey, “özellikle hafta sonları balat sokakları fotoğrafçıların stüdyosu gibi oluyor, belki de onların da hayalinde böyle evlerde oturmak var.”

buralarda oturmak herkes için mümkün olmadığı gibi, istanbul’un her semti de mimari dokunun korunması anlamında bu kadar şanslı değil. kentsel dönüşüm, modernleşme baskısı altında yıkılan evlerin, sokakların yerine gelen çok katlı binalar, o semtin hafızasına, geleneksel yaşam pratiğine dair birçok şeyi siliyor.

‘kayseri’de ve şehirlerimizde sokakların ölümü’ kitabının yazarı gürsel korat: “apartmanda ya da sitede insanlar kapısını çeker, kendi dışındaki herkesten habersiz yaşar. bunu da ahlâkî olarak kimse sorgulamaz. sokak bize yandaki komşunun ışığının yanıp yanmadığını, bir ihtiyacı olup olmadığını söyler. işte kaybettiğimiz şey budur.” diyor.

‘markalı konutlar’

özellikle son 15 yılın trendi bu. reklamlarda her gün karşımıza çıkan evler, modernliğin yeni tasviri olarak pazarlanıyor. mimar sinan üniversitesi şehir ve bölge planlama bölümü öğretim görevlisi erbatur çavuşoğlu, bu evlerde oturanların modern, seçkin insanlar olarak lanse edildiğini söylüyor: “mutlu aile tabloları ortaya konuyor. çoğu belki hayat boyu borçlanıp buralara taşınıyor.”
gayrimenkul sektöründe araştırmalarıyla bilinen eva gayrimenkul değerleme danışmanlık a.ş.’nin hazırladığı ‘2013 istanbul markalı konut piyasası araştırma ve öngörüler’ raporuna göre, şehrin 35 bölgesinde 852 markalı konut projesi var. bunların içinde inşa edilen toplam konut sayısı yaklaşık 400 bin. tüik (türkiye istatistik kurumu) rakamlarına göre, istanbul’da yaklaşık 3 milyon 700 bin konut var. markalı konutlar bu sayının yaklaşık yüzde dokuzunu oluşturuyor.

anadolu yakası’nda son yıllarda en yoğun yapılaşmanın yaşandığı ataşehir’e doğru gidiyoruz. tem’de ilerlerken, kilometrelerce öteden beliren göğe doğru yükselmiş devasa kuleler başka bir yüzyıla ışınlanmışız gibi hissettiriyor. erbatur çavuşoğlu’na göre, türkiye ekonomisi inşaata dayalı olduğu için bu mekânları üretmenin ardında kâr amacı var. “'burada oturacakların yaşam beklentileri nedir?', 'burada mutlu olacaklar mı?' gibi kaygılar yok bu projeler hazırlanırken.”

boğaziçi üniversitesi öğretim üyesi sosyolog tuna kuyucu ise insanların istanbul gibi bir şehirde bu tür yaşam alanlarını tercih etmeye başlamasının ardındaki nedenlerin anlaşılır olduğunu söylüyor. “istanbul plansız büyüyen bir metropol. insanlar karmaşadan uzaklaşmak, hayat düzeninin hazır sunulduğu bu küçük adacıklara kaçmak istiyor.”

kendine benzeyenle oturma talebi

bu yeni yaşam alanlarını tercih sebeplerinin başında güvenlik arayışı geliyor.

emekli öğretmen nadire eray yenişehir’de kurulan 3 bin konutlu bir sitede oturuyor. daha önce üsküdar şemsipaşa’da yaşadığını ancak evine hırsız girdikten sonra kendini güvende hissetmediği için o bölgeden uzaklaşmaya karar verdiğini söylüyor. “yalnız yaşadığım için çok tedirgindim. şimdi içim rahat. istediğim saatte eve girip çıkabiliyorum, huzurla uyuyabiliyorum. konforu da çok yüksek. alışverişimi yakındaki avm’den yapıyorum. her türlü ihtiyacımı yürüyerek rahatlıkla karşılayabiliyorum. evde bir şey bozulsa site yönetimine haber veriyorum, birini gönderiyorlar. istanbul’da yalnız yaşayan biri olarak bu rahatlığı başka yerde yaşayamazsınız. buraya taşındığıma memnunum.”

peki ya komşuluk? “site hayatı ilişkileri biraz resmileştiriyor. insanları uzaklaştırıyor. eski evimde komşularımla sabah kahvelerimiz, ikindi çaylarımız olurdu. burada yalnızsınız. yan komşuyu bile tanımayabiliyorsunuz.” diyor.

sekiz senedir ataşehir bloklarında yaşayan, iki çocuk annesi övgü inal’a göre, sosyalleşme kanalları daha farklı buralarda. kendisiyle de ataşehir gönüllüleri derneği’nin türk sanat müziği korosu çalışmasında konuşuyoruz. her hafta çalışmaları olduğunu, burada arkadaşlarını gördüğünü, yeni insanlarla tanıştığını anlatıyor: “sadece burası değil bahçe alanlarında vakit geçirirken, havuz başında ya da sitelerin kendi kafeteryalarında da sosyalleşme imkânı var.”

yine de arada bir, özellikle de penceresinden karşıdaki yeni yapılan 60 katlı binalara bakınca otomatikleşen, robotlaşan bir yaşamın parçası olmaya başlar gibi hissettiğini anlatıyor. “esnafını bildiğim, komşumu tanıdığım yerde oturmayı tabii ki tercih ederim ama türkiye maalesef artık eskisi gibi değil. buradan çıkmak istesem ben yine yüksek binalara, toki’ye mahkûmum.”

renan özçelik ve ailesi yedi yıl önce taşınmış ataşehir’e. 22 katlı, 88 daireli bir blokta oturuyorlar. renan özçelik reklamcı, eşi özel bir şirkette yönetici. önce kirada oturmuşlar, buradaki yaşamı çok sevince krediyle ev almışlar. “kolay değil her ay belli bir ödeme yükünün altına girmek ama kendinizi ona göre ayarlıyorsunuz. tercih meselesi; biz daha nezih, daha elit bir yerde yaşamak istedik. burada eğitimli, yaşam standartları bize benzeyen insanlar yaşıyor. istanbul’da artık bu çok önemli.” diyor.

sitelerinin ona göre en büyük avantajı, çocuk yetiştirmek için mükemmel ortam sunması: “çocuğumu okula yürüyerek götürüyorum. bisiklete binmek için özel yollarımız; basketbol, futbol sahalarımız, tenis kortlarımız, havuzumuz var. bu imkânları bugün başka nerede bulabilirim?”

özellikle çalışan çiftler için sabah yedide evden çıkıp akşam sekizde yorgun argın eve gelince bütün bu imkânlardan faydalanmanın biraz zor olduğunu da itiraf ediyor ama onun için önemli olan evinin kapısından içeri girdiği an hissettikleri: “bu birkaç saat için bile olsa çok mutluyum burada. şimdi 3+1 dairede oturuyoruz. buranın taksitleri bitince, 4+1’lere taşınmak istiyoruz. ataşehir benim köyüm gibi oldu, ayrılmayı hiç düşünmüyorum.”

yaşadıkları kıta ayrı, tercih ettikleri yaşam biçimi farklı olsa da hayat standartları açısından benzer talepleri avrupa yakası’nın yeni mahallelerinden başakşehir’de de duyuyoruz. “anadolu yakası için ataşehir neyse, avrupa yakası için de başakşehir odur.” diyor emlakçı erdal imrek: “son dönemlerin en fazla prim yapan yerleşim alanları buralara kuruluyor. başakşehir’in farkı, daha muhafazakâr, dini hassasiyetleri yüksek kesim tarafından tercih ediliyor olması. buradaki hayat da onların tercihlerine göre biçimleniyor.”

istanbul’un merkezine toplu ulaşım araçları ile mesai saatlerinde yaklaşık 3- 3,5 saatlik uzaklıkta bir bölge burası. 20 yıl önce ‘kuş uçmaz, kervan geçmez’ diye tarif edilen uçsuz bucaksız araziye 20-22 katlı binalar inşa edilmiş. başakşehir mahallesi muhtarı fatih mehmet yıldırım, sorumlu olduğu nüfusun yaklaşık 50 bin kişi olduğunu söylüyor: “bir blok bir köy gibi neredeyse. 40-50 daireli apartmanlar hepsi. bu nüfusa sahip iller var anadolu’da.”

başakşehir’de ‘sular vadisi’ adlı büyük bir alan yeşil saha olarak bırakılmış. yürüyüş yolları, parkları, kafeleri, amfitiyatrosu, daha çok düğünler için kullanılan havuzlarıyla sosyal hayat için de mekânlar yaratılmış.

nesrin bakkal’la kalabalık bir avm’de arkadaşlarıyla alışveriş ederken konuşuyoruz. buradaki kadınların neredeyse tamamı nesrin hanım ve arkadaşları gibi başörtülü. 17 sene önce taşınmış başakşehir’e. “biz geldiğimizde bu kadar kalabalık değildi buraları, şimdi daha çok bina yapmaya başladılar ama yine de istanbul’un elit semtlerinden.” diyor. alışveriş merkezine geldiğinde her şeyin elinin altında olmasının, apartmanda otopark bulunmasının hayatını çok kolaylaştırdığını söylüyor.

kocasının işyerinin tuzla’da olmasına, her gün işe gitmek için trafikte dört saat geçirmesine rağmen, başakşehir’den taşınmayı düşünmüyor. “arkadaşlarımı, komşularımı bırakıp gidemiyorum.” diyor.

avm’de alışveriş edenlerin büyük çoğunluğu kadın. çoğu çocukları ile gelmiş, bazıları da sohbet ettiğimiz grup gibi arkadaş buluşmasında. sultan erdem, başakşehir’de yaşayan kadınların çoğunun çalışmadığını, bu yüzden daha fazla beraber zaman geçirdiklerini, dayanışmanın çok güçlü olduğunu söylüyor: “dini içerikli toplantılarda buluşuyoruz, farklı günlerimiz de oluyor, bu da komşuluk ilişkilerini güçlendiriyor. burayı tercih sebeplerimizden biri dünya görüşümüze yakın insanlarla bir arada olmak. çocuklarım, benim gibi düşünen bir çevrede büyüyor. bu güven verici bir şey.”

hem ataşehir hem de başakşehir’de yaşayanlar konuşurken benzer cümleler kuruyor, kendileri gibi ailelerle yaşama isteklerinden bahsediyor.

sosyolog alev erkilet bu durumu şöyle izah ediyor: “rezidanslar, kapalı yerleşmeler, iş merkezleri, plazalar taramalı kapı güvenlikleriyle dışlayıcıdırlar. dağıtımcı ve sosyal adaletçi değil, temerküze dayalı mali kurallara bağlı işleyen bir sistemi cisimleştirirler. bu o denli güçlü bir dalgadır ki, toplu konut projeleri bile aynı mantıkla gerçekleşir. onlar da mahalle karşıtı süreçler olarak işlerler, yaşam alanını tek-sınıflı, mümkünse de tek-etnili ve tek-dinli hale getirirler.”[1]

erkilet, genelde yoksulları dışarıda bırakan, güvenlikli siteler şeklinde karşımıza çıkan kapalı yaşam alanlarının geleneksel müslüman mahallesinin yoksulu gözeten dayanışmacı ağlarını geri dönülmez şekilde yok ettiğini söylüyor.

başakşehir caddelerinden geçerken birbirinin aynı beton bloklardan oluşan site isimleri dikkatimizi çekiyor: ortaköy, yeniköy, biraz ilerde aşiyan, hemen yanında hisar… istanbul’a kilometrelerce mesafede bulunan bu sitelere, boğaz semtlerinin isimlerini vermek bu evleri pazarlayan şirketlerin bir fikri olsa gerek. bu steril ve güvenli evlerin sahipleri için ise içinde yaşamayı istemedikleri ve tehlikeli buldukları kentle, uzaktan ve yapay da olsa bir bağlantı kurabilmenin belki de tek yolu bu.

[1] http://dergi.aljazeera.com.tr/2014/04/01/donusen-sehir/

 

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;