Görüş

Arap devletinin sonu

Ortadoğu'da iktidardaki güçler, kendi halklarının talep ve ihtiyaçlarına cevap verme konusunda yetersiz kaldığından, buradaki devletler giderek zayıf düşüyor. Devlet otoritesindeki bu zafiyet ise aşiret ve mezhebe dayalı ittifakları besliyor.

Konular: Irak, Mısır, Suriye, Libya, ABD
Irak'ta mezhepçilik her zaman canlıydı, ama artık ülke siyasetinin itici gücü ve örgütleyici ilkesi haline geldi. [Reuters]

krizlerin olağan hale geldiği ortadoğu'da yaşanan son şiddet dalgası, ortada daha büyük bir şeylerin döndüğünü; arap ulus devletinin yok olmakta olduğunu gösteriyor. sünni arap coğrafyasında giderek artan parçalanma da bunun bir yansıması.

ortadoğu'daki, yılların monarşileri ve laik tek adam yönetimleri de dahil, geleneksel otoriteler, huzursuzluk içindeki halklarının taleplerine cevap verme becerilerini giderek kaybederken, bölge devletleri de hiç olmadıkları kadar zayıf düşüyor.

bugün iraklı, suriyeli, yemenli ya da lübnanlı olmak ne anlama geliyor? anlamlı bir kimlik saptaması yapabilmek için sünni iraklı, alevi suriyeli gibi ilave bir nitelik eklemek şart olmuş gibi. bu tür örneklerden anlaşıldığı üzere, siyasi kimlik, sivil özelliğini yitirerek daha ilksel bir hale dönüşmüş durumda.

irak'ta şiddet sürerken, pek çokları, amerika birleşik devletleri liderliğindeki müdahale ve işgalin farkında olmadan ülkede mezhebe dayalı bir kimlik kavramı yarattığına inanıyor. aslına bakılırsa, irak'ta mezhepçilik her zaman canlıydı, ama artık ülke siyasetinin itici gücü ve örgütleyici ilkesi haline geldi.

ülkeleri azınlık bir mezhep ya da etnik kimlik – mesela irak'ta sünniler – yönettiğinde, ekseriyetle mezhepçilik ve etnik kimliğe daha az vurgu yapma eğilimi gösterirler. çoğu zaman milli aidiyete dayalı ve teoride bütün halkları kucaklayan, daha geniş kapsamlı bir yurttaşlık kavramının baş savunucusu olurlar. irak'ta bu kavram, baasçılık şeklinde vücut bulmuştu. şii çoğunluktan ziyade sünni azınlıkla özdeşleşen baasçılık, her ne kadar zalim ve şüpheci bir anlayış olsa da, bir ulusal birlik vasıtası olarak uzun yıllar boyunca ayakta kaldı.

batılı ülkelerin bu süreçlere çok daha geniş kapsamlı bir politika ile yaklaşması şart. bunu yaparken de bölgenin sinerjilerinin dikkate alınması ve bu devletleri zayıflatan değişimler durumla alakasızmış gibi davranılmaması gerekiyor.

by Christopher R. Hill

baas partisi -temsil ettiği yurttaşlık ideolojisi ile birlikte- amerikan işgali tarafından yok edilince, yerini alacak yeni bir yurttaşlık kavramı ortaya çıkmadı. devamında yaşanan iktidar boşluğu içerisinde mezhepçilik, örgütlenmenin uygulanabilir tek alternatif ilkesiydi.

böylece irak siyasetinin çerçevesini belirler hale gelen mezhepçilik, ortak sosyo-ekonomik çıkarlar gibi mezhep dışı temeller üzerinde siyasi partilerin örgütlemesini imkânsız kıldı. bugün irak siyasetinde (kürtleri bir kenara bırakırsak), sünni bir arap vatandaşın şii bir arap vatandaşa veya tam tersi bir şiinin bir sünniye oy verdiğine nadiren tanık oluyoruz. şii partiler ile sünni partilerin kendi aralarında da rekabet var. yine de mezhep hattını geçerek oy verenlerin sayısı son derece az ve bu acı gerçek, önümüzdeki yıllarda değişecek gibi de görünmüyor.

saddam hüseyin liderliğindeki baasçı devletin bekasını sağlamak cazip bir alternatif değildi şüphesiz. ama irak'ın içinde bulunduğu mevcut durumla ilgili olarak abd'ye yöneltilen suçlamalarda da haklılık payı var. aynı şeyi (oradaki müdahaleye abd öncülük etmemiş olmakla birlikte) libya için de söylemek mümkün. lakin ortadoğu'da devletin bekasının tehlike altında olduğu lübnan, suriye ve yemen gibi başka ülkeler de var ve abd bunların hiçbirini işgal etme yoluna gitmedi.

arap ulus devletlerinin zayıf düşmesinin pek çok nedeni var ki, bunların en yakın olanı arap baharı'ndan kalan miras. 2011 yılında arap baharı başladığında, bölge halkları, enerjisini ve istikametini kaybetmiş olarak gördükleri otoriter rejim ve monarşileri devirme arzusuyla sokağa çıktı. fakat çoğunlukla belli bir lideri ya da programı olmayan o ilk gösteriler, kısa sürede yerini eski alışkanlıklara bıraktı.

hal böyle olunca, mısır'da ordu destekli hüsnü mübarek rejiminin devrilmesini takiben siyasi dönüşüme dair onca söz verildi. bu sözlere rağmen, neticede elde edilen, dışlayıcı ideolojisi yüzünden uzun vadede başarı şansı son derece düşük bir müslüman kardeşler hükümeti oldu.

müslüman kardeşler, bir yıl sonra ordu eliyle iktidardan indirildiğinde, arap baharı ile başlayan demokrasi hareketinin heyecanına kapılanlar, bu müdahaleyi onayladı. mısır, bölgede halen ulus devlet duygusunun en güçlü olduğu ülke. oysa bu bile, toplumun parçalanıp bölünmesine engel olamadı ve durumun düzelmesi uzun yıllar alacaktır.

diğer devletlerin durumu ise daha da talihsiz. libya'da muammer kaddafi musibeti, yerini bedevi aşiretçiliğine bıraktı ki, libya geçmişte bir bütün olas bile, bugün işlevsel bir ulus devlete dönüşmesi zor. yemen de aşiretler arası husumetler ve mezhep bazlı bölünmelerin pençesinde kıvranıyor ki bunlar, devlet yapısına tehdit teşkil ediyor. sünni, alevi, kürt, hristiyan gibi farklı etnik ve mezhepsel/dinsel gruplardan oluşan kırılgan bir bileşim olan suriye'de ise devletin bir daha eski haliyle toparlanması pek mümkün görünmüyor.

batılı ülkelerin bu süreçlere çok daha geniş kapsamlı bir politika ile yaklaşması şart. bunu yaparken de bölgenin sinerjilerinin dikkate alınması ve bu devletleri zayıflatan değişimler, mevcut durumla alakasızmış gibi davranılmaması gerekiyor.

abd, bilhassa suriye ve irak'taki çöküşü nasıl yönettiğini mercek altına alıp hadiselere aralarında hiçbir ilişki yokmuş gibi yaklaşmayı bırakmalı. washington, suriye'de rejim değişikliği çağrısı yaparken, irak'ta rejimi stabilize etme arayışı içine girdi; ancak bunun yerine her iki ülkede de öne çıkan islam devleti (yani işid örgütü) oldu.

denver üniversitesi korbel uluslararası çalışmalar fakültesi dekanı. abd’nin doğu asya’dan sorumlu dışişleri eski bakan yardımcısı olan hill, ayrıca irak, güney kore, makedonya ve polonya büyükelçiliği görevlerini yürüttü. abd’nin kosova özel temsilcisi, dayton barış anlaşmaları’nda arabulucu, 2005-2009 yıllarında kuzey kore ile yapılan görüşmelerde abd’nin başmüzakerecisi olarak görev yaptı.

twitter’dan takip edin: @ambchrishill

bu makalenin ilk nüshası project syndicate tarafından yayımlanmıştır.

bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Christopher R. Hill

denver üniversitesi korbel uluslararası çalışmalar fakültesi dekanı. abd’nin doğu asya’dan sorumlu dışişleri eski bakan yardımcısı olan hill, ayrıca irak, güney kore, makedonya ve polonya büyükelçiliği görevlerini yürüttü. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;