Görüş
Arap dünyası ve Ortadoğu'nun geleceği
Önümüzdeki yıllarda Arap dünyasındaki üç temel fay hattında kırılmalar yaşanması muhtemel. Bunlardan birincisi etnik temelli olanlar. Ancak daha da önemlisi bölgesel ve küresel güçlerin arkasında olduğu Şii-Sünni çatışması ile Selefilik.
birinci dünya savaşı’nın ardından sykes-picot anlaşması ve balfour deklarasyonu gibi girişimlerin neticesinde batılıların cetvelle çizdiği ve büyük kısmı arapça konuşan ülkeleri keyfî ve kendi çıkarlarına göre 22 ülkeye ayıran çatışma eksenli sınırlar, sömürge ve manda yönetimlerinin ardından uzun müddet ancak nato ya da varşova paktı’na yaslanmış korku rejimleri tarafından ayakta tutulabildiler. soğuk savaşın sona ermesinin ardından “arap baharı” adı verilen ancak şu andaki durumu itibarıyla kışı andıran sürecin sonucunda bu korku rejimlerinin dağılması da pek çoğu yapay olarak bölünmüş bu devletlerde kanlı çarpışmalara neden olmakta maalesef.
bunun en temel sebebi batılılar eliyle kurulan bu devletlerin halklarının millet ve vatandaş olma özelliklerini kazanamamış olmasıdır. yani, aidiyetlerin arap, müslüman, hıristiyan, çeşitli mezhepler, aşiretler ve aileler şeklinde kompartımanlara bölünmüş olmasıyla yakından ilgilidir. dolayısıyla totaliter yönetimlerin haksızlıklarına karşı yabancılaşan halkın öfkesi, bir millet olma bilinci yerine, insanları başka aidiyetlere daha bağlı hâle getirmektedir. tabii ki bu millet ve vatandaş olamama serüveninin tarihsel ve sosyolojik pek çok sebebi bulunmaktadır.
tek bir arap dünyası var mı?
bizim genellikle monolitik bir entite olarak algıladığımız araplar, tarih boyunca pek çok dönüşüme uğradılar. sâmî kültürünün günümüzdeki en büyük temsilcisi olan araplar tarihte ilk olarak asıl araplar (arab-ı arîbe, kahtaniler, güney arapları, yemen) ve sonradan araplaşmış olanlar (arab-ı mustarebe, adnaniler, kuzey arapları) olarak iki kısma ayrılmaktaydı. bölgesel olarak ise maşrık (mısır ve doğusu) ve mağrib (mısır’ın batısı) olarak iki bölge olarak bilinmekteydi. araplar sonraki süreçte pek çok alt kola ayrıldılar.
aslında milliyetçilik akımlarının arapları etkilediği 19. yüzyıl sonlarına kadar klasik bölgesel ayrım şu şekildeydi:
osmanlıların şam bölgesi dediği, klasik islam coğrafyacıları ve tarihçilerinin bilad-ı şam, batılıların ise levant (doğu akdeniz) olarak da adlandırdıkları bugünkü suriye, lübnan, filistin ve ürdün’ün kuzeyini içine alan bölge tek bir entite olarak tanımlanmıştı. tarihi olarak mümbit hilal (fertile crescent) denilen bu bölgeye modern dönemde büyük suriye (greater syria) adı verilir. yine irak bölgesi her zaman ayrı bir entite olarak mevcuttu. nitekim işid (daiş) kendisini “irak ve şam islam devleti” olarak adlandırırken, bir nevi batılıların bu yapay ayrımlarına karşı bir adlandırma yapmaktadır. ikinci bölge arabistan yarımadası ve yemen’dir. üçüncü bölge mısır ve son ayrım ise bugünkü libya, tunus, cezayir ve fas’ı içeren mağrib bölgesidir. mağrib de kendi içinde mağrib-i edna (libya, tunus, cezayir) ile mağrib-i aksa denilen fas’tan oluşur.
büyük kısmı müslüman olan araplar günümüzde islam anlayışı ve mezhepler açısından da üç büyük gruba ayrılmış durumdalar. temel olarak sünni ve şii olarak iki gruba ayrılmakla birlikte sünniler de mutediller ve selefiler olarak iki gruba bölünmüş durumda. bir de laik-seküler bir grup var. genelde bilinenin aksine irak kökenli bir arap hareketi olan şiiliğin bölgedeki hamisi ironik olarak farisi iran. iran ve irak’ın yanı sıra, suriye, lübnan ve körfez bölgeleri önemli bir şii nüfusa sahip. selefi hareketler ise daha ziyade arap yarımadası tandanslı. bunlar hem müslüman kardeşler’e, hem de şia’ya düşmanlar.
tarihte daha ziyade yukarıda saydığımız dört bölge çerçevesinde şekillenen siyasi yapılanmalar birinci dünya savaşı’nın ardından paylaşılan osmanlı mirası çerçevesinde batılılar ve özellikle de ingilizler ve fransızlar tarafından tamamen kendi çıkarları ve nüfuzları doğrultusunda belirlendi. araplar tabii kültürel ve bölgesel ayrımlara hiç dikkat edilmeksizin, 22 ulus devlete bölünerek, tarihte var olmayan, yeni küçük ulusal milliyetçilikler (nation building) oluşturuldu. ilk bağımsız arap devleti olan yemen’in 1918’de bunu elde ettiği; suriye, lübnan, libya ve fas gibi devletlerin 1940-50’lerde, bahreyn, katar ve birleşik arap emirlikleri’nin 1970’lerde bağımsız olduğu düşünülürse henüz yüzyılını doldurmuş hiçbir arap devleti yok. şunu da unutmayalım 1918 öncesine kadar araplar yaklaşık bin yıl süreyle genellikle arap olmayan müslümanlar tarafından yönetildiler. 19. yüzyılda ortaya çıkan arap milliyetçiliği 20. yüzyılda yerini mikro milliyetçiliklere bıraktı.
arap dünyasını ne bekliyor?
günümüze geldiğimizde modern siyasi literatürde petrol zengini körfez ülkeleri rant sahibi devletler olarak nitelendirilmekte, diğer arap devletleri ise fakir veya orta düzey devletlerden oluşmakta. körfez ülkeleri, dünya alternatif bir enerji kaynağı buluncaya veya petrol tükeninceye kadar önemlerini koruyacak gibi görünüyor. petrol fiyatlarının çok fazla düşmesi bu ülkeleri olumsuz yönde etkilemekle birlikte, rejimleri her ne olursa olsun, batılı güçler tarafından desteklenmeye devam edilecekler. zaten arap baharı denilen sürecin de daha ziyade fakir arap ülkelerinden başlamasının, siyasi, ekonomik ve sosyal problemlerin yanı sıra, bir sebebi de batılı güçlerin bu rejimlere daha az destek vermesi. ama günün sonunda, mısır’da olduğu gibi, bu devrimlerin sonuçlarını da manipüle etmeye yatkınlar.
21. yüzyılın ilk çeyreğinde arapların büyük kısmını oluşturduğu ortadoğu’da yeni mikro-bölünmeler, etnisite ve mezhep bazlı yeni devletçiklerin oluşmaya başladığı görülüyor. 20. yüzyılın başlarında birinci dünya savaşı’yla çizilen sınırlar 21. yüzyılın başlarında ortadoğu’da vekalet yoluyla özellikle suriye üzerinden yürütülen bir “mikro dünya savaşı”yla yeniden belirleniyor. arap dünyasının lübnanlaşması diyebileceğimiz bu süreçte sınırlar daha küçük; etnik ve mezhebe dayalı olacak görünüyor.
sudan resmen güney ve kuzey olmak üzere hıristiyanlar ve müslümanlar arasında bölündü bile. irak şii, sünni ve kürt bölgesi olarak fiilen üçe bölünmüş durumda. suriye’de aynı şekilde nusayrilerin başını çektiği esed rejimi, özgür suriye ordusu, kürtler ile irak’ın sünni kesimleriyle konfedere hâle gelmiş bulunan işid yönetimindeki bölgeler oluşmuş durumda. benzer bir gelişme de yemen’de yaşanıyor; kuzey yemen ve güney yemen olmak üzere. etnik ve dini açıdan nispeten daha monolitik olan mısır’da bile sina yarımadası’nda ayrılıkçı örgütler faaliyette bulunmakta. yine etnik ve mezhebi açıdan daha monolitik olan libya aşiret yapısı nedeniyle şimdiden ikiye bölünmüş durumda. ortadoğu’da bütün bu olanlar, yüzbinlerce insanın ölmesi, milyonlarcasının ülkelerinden göçe mecbur kalması, türkiye, ürdün ve lübnan gibi bu sorunu iliklerine kadar hisseden ülkeler dışında kimsenin umurunda değil.
suudi arabistan, iran ve mısır
arap dünyası üzerinde günümüzde iki karşıt devlet dominant rol oynuyor: arap dünyasındaki şii nüfuz üzerinde etkili olan iran ile gelenekçi-selefi hareketler üzerinde büyük etkisi olan suudi arabistan. kısa vadede iran’dan bir tutum değişikliği beklemek zor görünüyor. suudi arabistan’ın yeni kralı selman ise 19 yaşından beri önemli devlet görevlerinde bulunmuş muhafazakâr bir idareci. suudi yönetimi hem müslüman kardeşleri hem de bölgedeki iran nüfuzunu kendisi için tehdit olarak algıladığından kısa vadede bir politika değişikliği beklenmemeli. ancak orta ve uzun vadede daha büyük tehdit olarak gördüğü şii nüfuzuna karşı, mısır politikasında bir değişiklik beklenebilir. arap dünyasının temel aktörlerinden mısır’da da statüko iktidarda. bu nedenle şu anda ortadoğu’daki problemler düğümlenmiş durumda. bu üç devlet ve bu devletlerin arkasındaki küresel güçlerin tutumlarında bir değişiklik olmazsa bölünmeler ve çatışmalar kaçınılmaz.
önümüzdeki yıllarda arap dünyasındaki üç temel fay hattında kırılmalar yaşanması muhtemel. bunlardan birincisi etnik temelli olanlar (kürt bölgeleri gibi). ancak daha da önemlisi bölgesel ve küresel güçlerin arkasında olduğu şii-sünni çatışması ile selefilik. islam'ın geldiği yıllarda adnaniler ve kahtaniler olarak sadece ikiye ayrılan araplar, önce bölgesel olarak dörde, sonra milli devletler olarak 22’ye bölündüler. sudan’ın bölünmesiyle bu sayı 23 oldu. bu bölünmeler 21. yüzyılda devam edecek gibi görünüyor.
doç. dr. cengiz tomar, marmara üniversitesi ortadoğu araştırmaları enstitüsü ve fen edebiyat fakültesi tarih bölümü öğretim üyesi. 1992 yılında marmara üniversitesi fen edebiyat fakültesi tarih bölümü'nden mezun oldu. yüksek lisans ve doktorasını aynı okul ve bölümde tamamladı. ürdün ve edinburgh üniversitelerinde islam ve ortadoğu tarihi ile arapça eğitimi aldı. 2011-2014 yıllarında marmara üniversitesi ortadoğu araştırmaları enstitüsü'nde (ode) müdür yardımcısı ve siyasi tarih ve uluslararası ilişkiler anabilim dalı başkanı olarak görev yapan tomar'ın, arap coğrafyasının tarihi ve kültürü hakkında çok sayıda akademik makalesi bulunuyor.
twitter'dan takip edin: @cengiztomar
bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorumlar