Görüş

Avrupa’nın yeni kabusu

Euro Bölgesi’nin içinde olduğu krizin siyasi sonuçlarından biri, yabancı düşmanlığı ve milliyetçiliğin siyasetçiler arasında yükselmesidir.

Geert Wilders portre
Avrupa’daki ekonomik kriz, Geert Wilders gibi aşırı sağcı siyasetçilere verilen desteğin yükselmesine yaradı. [Reuters]

yunanistan’ın mali yükümlülüklerini yerine getiremeyecek duruma düşmesi, ekonomik açıdan dallanıp budaklanan sonuçlarıyla yeterince dehşet verici değilmiş gibi; siyasi açıdan da çok kötü sonuçlar doğurabilir. euro bölgesi’nin kaosla parçalanması, ikinci dünya savaşı sonrasında kıtadaki siyasi istikrarın temel dayanağı olan avrupa bütünleşmesi projesine onulmaz zararlar verecektir. sadece avrupa’nın periferisini oluşturan ve halihazırda büyük borç yükü altındaki ülkelerin değil, aynı zamanda projenin mimarları fransa ve almanya gibi merkez ülkelerin de istikrarı bozulacaktır.

bu kabus senaryosu, 1930’larda olduğu gibi, aşırı uçlardaki siyasi görüşlerin zaferi haline de gelebilir. on dokuzuncu yüzyılın sonundan itibaren ilerlemeye başlayan küreselleşmeye yönelik tepkinin ürünleri olan faşizm, nazizm ve komünizm, piyasa güçleri ve kozmopolit elitlerin gelişmesi karşısında haklarından mahrum edildiklerini düşünen ve kendilerini tehdit altında hisseden grupların kaygılarından besleniyordu.

serbest ticaret ve altın standardı; toplumsal reform, ulus inşası ve kültürlerin korunması gibi yerel öncelikleri önemsiz göstermeyi gerektirmişti. ekonomik kriz ve uluslararası işbirliğinin başarısız olması, sadece küreselleşmeyi değil, mevcut düzeni savunanları da zayıflattı.

harvard üniversitesi’nden meslektaşım jeff frieden’in yazmış olduğu gibi, bu durum birbirinden farklı iki aşırı siyasi görüşün önünü açmıştır. eşitlikçilik ve ekonomik entegrasyon arasında bir seçim yapmakla karşı karşıya kalan komünistler, radikal toplumsal reform ve ekonomik olarak kendi kendine yeterliliği seçerken, ulusal kimliği korumak ve küreselleşme arasında tercih yapan faşistler, naziler ve milliyetçiler ise ulus inşasını seçtiler.

neyse ki, günümüzde faşist, komünist ve diğer biçimlerdeki diktatörlüklerin modası geçti. ancak, ekonomik entegrasyon ve yerel politikalar arasında benzeri gerilimler uzun bir süredir içten içe kaynıyor. avrupa’daki ortak pazar, siyasi topluluktan çok daha hızlı şekillendi ve ekonomik entegrasyon, siyasi entegrasyonun önüne geçti.

ab’nin sonu mu?

bunun sonucunda; ana akım siyasi kanalların, sarsılan ekonomik güvenlik, sosyal istikrar ve kültürel kimliklerle ilgili sorunların üstesinden gelemeyeceği kaygısı giderek arttı. avrupa kurumları bağlılık talep edemeyecek kadar zayıf olmayı sürdürürken, ulusal siyasi yapılar, etkili önlemler sunamayacak kadar kısıtlandı.

merkezcilerin başarısızlığından en çok yarar gören ise aşırı sağ olmuştur. finlandiya’da, adı o zamana kadar duyulmamış olan ‘gerçek finler partisi’, euro bölgesi kurtarma paketlerine duyulan olumsuz hisleri arkasına aldı ve nisan ayında yapılan seçimlerde az farkla üçüncü oldu. hollanda’da, geert wilders’in özgürlük partisi iktidarı değiştirme gücüne sahip; çünkü azınlık liberal hükümetin düşmemek için onun desteğine ihtiyacı var. fransa’da ise, 2002 yılındaki başkanlık seçimlerinden ikinci çıkan ulusal cephe, marine le pen’in liderliğinde tekrar canlanmakta.

bu tepki, euro bölgesi ülkeleriyle de sınırlı değil. iskandinavya’da, kökeni neo-nazilere dayayan isveç demokrat partisi, halk oyunun yaklaşık yüzde 6’sını alarak parlamentoya girdi. yakınlarda britanya’da yapılan bir ankete göre, muhafazakarların üçte iki kadarı, ülkenin avrupa birliği’nden ayrılmasını istiyor.

aşırı sağdaki siyasi hareketler, geleneksel olarak, göçmenlik karşıtı duygulardan beslenmiştir. euro ile ilgili sıkıntılarla birlikte, yunanistan, irlanda ve portekiz ve diğer kurtarma paketleri, onlara yeni bir koz verdi. gelişmeler, avrupa birliği’ne şüpheyle bakanları haklı çıkarmış gibi görünüyor. marine le pen, yakınlarda, euro’dan tek taraflı bir kararla ayrılıp ayrılmayacağı sorusuna, kendisinden emin bir şekilde “birkaç ay içinde cumhurbaşkanı olduğumda, büyük bir olasılıkla euro bölgesi diye bir şey olmayacak” diyerek cevap vermiştir.

uluslararası işbirliğinin başarısızlığı, 1930’larda olduğu gibi, merkezci siyasetçilerin, yerel seçmenlerin ekonomik, toplumsal ve kültürel taleplerine yeterli bir şekilde yanıt verememelerinin sonuçlarını şiddetlendirdi. avrupa projesi ve euro bölgesi tartışmalarının çerçevesinin belirlenme şekli, euro bölgesi tahrip olurken, bu elitlerin meşruiyetinin daha ciddi darbe almasına yol açmıştır.

ehvenişer seçenekler

avrupalı merkezci siyasetçilerin benimsedikleri “daha fazla avrupa” stratejisi, yerel kaygıları gideremeyecek kadar süratli, ancak avrupa çapında gerçek bir siyasi topluluk yaratamayacak kadar yavaş gelişmiştir. dengeli olmayan ve gerilimlere kuşatılmış bir orta yola saplanıp orada gereğinden fazla kaldılar. avrupa’nın merkezci elitleri, yaşaması mümkün olmayan bir avrupa vizyonunda direnmekle, birleşik bir avrupa düşüncesini tehlikeye atmaktadır.

ekonomik açıdan ehvenişer seçenek, euro bölgesi ülkelerinin kaçınılmaz olan temerrüt ve birlikten ayrılma süreçlerinin olabildiğince düzenli ve koordineli bir şekilde gerçekleşmesini sağlamaktır. siyasi açıdan da buna benzer bir gerçeklik testi gerekmektedir. mevcut kriz, dışarıdaki mali yükümlülükler ve tasarruf politikalarından uzaklaşıp, belirgin bir şekilde, yerel sorunlara ve isteklere yönelmeyi talep ediyor. açık bir dünya ekonomisinin garantisi nasıl ki sağlıklı yerel ekonomilerse, dengeli bir uluslararası düzenin garantisi de sağlıklı yerel politikalardır.

şu anda karşı karşıya kalınan zorluk, yerlileri yabancılardan üstün tutma (nativizm) ve yabancı düşmanlığı iması olmayan, ulusal menfaatleri ve değerleri vurgulayan yeni bir siyasi söylem geliştirmektir. merkezci elitlerin bu görevi yerine getiremeyeceğinin ortaya çıkması halinde, aşırı sağdakiler söz konusu boşluğu sevinerek dolduracaktır ve ılımlılıktan bahsetmek mümkün olmayacaktır.

işte bu yüzden, görevinden ayrılan başbakan yorgo papandreu’nun önü kesilen referandum çağrısının temelindeki düşünce doğruydu. bu hamle, (yatırımcılar, financial times’ın editörünün sözleriyle “ateşle oynadığını” söylemiş olsalar dahi) yerel siyasetin üstünlüğünü tanımaya yönelik gecikmiş bir adımdı. referandum fikrinin bir kenara atılması, sadece hesaplaşma gününü geciktirmekte ve yunanistan’daki yeni liderliğin ödemesi gereken nihai maliyeti artırmaktadır.

günümüzdeki mesele, siyasetin daha fazla popülist ve daha az uluslararası olup olmayacağı değil, bu değişimin sonuçlarının çirkinleşmeden yönetilip yönetilemeyeceğidir. ekonomide olduğu gibi, avrupa siyasetinde de iyi bir seçenekten değil sadece kötü seçeneklerin arasında en iyi olanlarından bahsedebiliyoruz.

dani rodrik, harvard üniversitesi, uluslararası ekonomi politik bölümünde öğretim üyesidir. globalization paradox: democracy and the future of the world economy (küreselleşme paradoksu: demokrasi ve dünya ekonomisinin geleceği) kitabının yazarıdır.

bu makalenin bir nüshası daha önce project syndicate tarafından yayımlandı.

bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Dani Rodrik

 dani rodrik, ileri araştırma enstitüsü sosyal bilimler fakültesi öğretim üyesidir. globalization paradox: democracy and the future of the world economy (küreselleşme paradoksu: demokrasi ve dünya ekonomisinin geleceği) kitabının yazarıdır. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;