Görüş

Bir ‘nükleer güç’ olarak İran

Yaptırımlar ve saldırılar, İran’ın nükleer programına devam etme konusunda fikrini değiştirmesine değil, tam tersine yol açabilir.

Konular: Ortadoğu, İran
Ahmedinejad BM Genel Kurulu'nda konuşma yapıyor.
Saldırılar ve artmakta olan yaptırımlar, İran’a Batı’nın talepleri kabul ettirecek gibi görünmüyor. [GALLO/GETTY]

1990 yılı, ağustos ayıydı. saddam hüseyin kuveyt’i işgal edeli henüz birkaç gün olmuştu. bölge ve genel olarak dünya şaşkınlığını henüz üzerinden atamamıştı. yaşadığımız karanlık günlere dış ilişkiler uzmanı köşe yazarı jim hoagland’ın kaleminden çıkmış aydınlatıcı bir makalenin ışık tuttuğunu hatırlıyorum. hoagland şunları söylemişti: dünya, bağdat’ta saldırgan ve kana susamış bir diktatör bulunmasını tolere edebilir. hatta komşularının petrol sahalarını ele geçirebilecek kapasiteye sahip, güçlü bir irak ordusunu da tolere edebilir. ancak ikisini aynı anda tolere etmemelidir ve edemez de.

beş ay sonra, batılı güçlerin liderliğindeki uluslararası bir koalisyon, irak ordusu’na saldırdı. yaptığı tercihi tam olarak bu sözcüklerle ifade etmedi, ama irak’ı kararından caydıramayan uluslararası toplum, [askeri] gücünü zayıflatmaya karar vermişti. on iki yıl sonra, bir savaş ile uzun ve felç edici bir yaptırımın ardından, abd’nin irak’ı, tehdit ettiği gibi işgal etmesinin arifesinde, rejime karşı çıkanları sonuna kadar dayanmaları ve başlarındaki diktatörden kurtulmalarına yarayacak desteğin çok yakında geleceğine inanmaları için rahatlatmaya çabalıyordum.

ilan edilen politikayı kendimce bir miktar ayrıntılandırarak, irak’ta kitle imha silahlarının bulunup bulunmadığı sorusunun önemli olmadığını savundum. ne de olsa bm, irak’ın bu tür silahları üretebilecek entelektüel sermayeye sahip olduğunu belgelemişti. bu nedenle, söz konusu kapasite yok edilemezdi. saddam, sadece kitle imha silahları üretmek değil, bunları komşuları ve hatta kendi halkı üzerinde kullanmak yönünde istekli ve niyetli olduğunu göstermişti. söz konusu kapasitenin üzerine gidilemeyeceği için bu niyetin üzerine gidilmesi gerekiyordu. bu nedenle de tek seçenek rejimin değişmesiydi ve bu değişim sadece bir işgalle gerçekleşebilirdi.  

şu anda, kendi nükleer silahlarını geliştirmeye yakın olduğu düşünülen körfez’deki bir diğer güç için de aynı hesaplar yapılıyor. mesele, her zaman olduğu gibi, kapasite ve niyet faktörleri üzerinden tartışılıyor. batı, israil ve irak’ın arap komşularının çoğu, iran’ın niyetinden derin bir şüphe duyuyor ve bu yüzden de iran’ın nükleer silah kapasitesi geliştirmemesi gerektiği konusunda kararlılar.

iran'ın niyetleri

niyet meselesi iki soruya bölünebilir: ‘iran’ın nükleer silah üretmeye niyeti var mı ya da en azından,  istediği zaman hızla nükleer silah üretmesini sağlayacak bir kapasite geliştirmeye niyeti var mı?’ ve ‘eğer varsa, bu kapasiteyi nasıl kullanmaya niyetli?’ 

ilk soruyla ilgili olarak, iranlılar, açıkça ortadaki belirsizlik durumunu besliyor. iran, istese, uluslararası atom enerji kurumu’nun (uaek) şeffaflıkla ilgili bütün taleplerine uyabilir ve uluslararası kaygıları yatıştırabilirdi. ancak bunu yapmıyor.  bunun sonucunda, bu konudaki gönülsüzlüğünün, istediği takdirde, hızla nükleer silah üretme becerisini geliştirme ve muhafaza etme arzusunu ve aynı zamanda, nükleer enerji üretmek için dünyadan yardım alma konusundaki hak talebinin arkasında olduğunu gösterdiği şeklinde bir şüphe oluşuyor.

nitekim iran’ın nükleer silah geliştirme çalışmaları tartışmalarının çoğu, nükleer silahların yayılmasının önlenmesine ilişkin anlaşma (npt) kapsamındaki yükümlülüklerine uyması meselesi etrafında gelişiyor. uluslararası toplumun (en azından) büyük bir bölümü, iran’dan, aslında anlaşmanın yükümlülüklerine uyduğu ve gelecekte de uymaya devam edeceğine dair yeterli güvenceyi almak için mümkün olduğunca, diplomasi, yaptırımlar ve askeri olmayan diğer vasıtaları kullanmayı tercih edecektir.

zorlayıcılığı giderek artan yaptırımların arkasında da, rejime uluslararası talepleri karşılaması için baskı yapma veya iran halkına geçerli politikalarda değişiklik yapılması ya da rejimin değişmesini sağlamaları için sıkıntı verme niyeti var.

bütün bunlar oldukça mantıklı. abd ve batı, iran rejimini ve iran halkını bir seçim yapmaya zorlamak ve söz konusu seçimi arzu ettikleri yönde etkilemek istiyor. bu düşünce tarzıyla ilgili tek sorun, benim bildiğim kadarıyla, yaptırımların arzu edilen sonuçlar yaratacağına inanan tek bir muteber iran uzmanının bulunmaması.

aslında, iran’da, iranlıların sadece nükleer güce sahip olma hakkı değil, aynı zamanda ülke savunması için her tür seçeneğe sahip olmaları gerektiği yönünde bir fikir birliği var. bu, tek başına yaptırımlardan tümüyle vazgeçmek için bir sebep olmayabilir ve uzmanların zaten sık sık yanıldığı ve batı’nın, en azından dünya petrol fiyatları önemli oranda artmadıkça, onları izlemekle fazla bir şeyi riske atmayacakları söylenebilir. (burada, iran’ın hürmüz boğazı’nı kapatacağına yönelik inanılması güç tehditlerini bir tarafa bırakıyoruz).

saddam hüseyin diriltiliyor mu?

ancak, iran merkez bankası’nı hedef alan mevcut yaptırımların iran’ın boyun eğmesine yol açmaması halinde bile, (ki aslında bu konuda zaten fazla şüphe yoktur) batı’nın, elindeki seçenekler konusunda bazı zor seçimler yapması gerekecek.

hesabımızı basitleştirmek için islam cumhuriyeti’nin, niyetle ilgili ilk soruya ait bütün belirsizliği ortadan kaldırdığını farz edelim. nükleer silahların yayılmasının önlenmesine ilişkin anlaşma’dan vazgeçmekte karar kıldıklarını ve nükleer silah üretme hak talebinde bulunduklarını varsayalım. bu durumda ne olur? bu soru hiç şüphe yok ki silah sahibi olmakla ilgili değil. fransa nükleer silaha sahip ve bu kaygı yaratmıyor. aynı şekilde, israil, pakistan ve hindistan’ın da kendi nükleer silahı var. belki tek tek herkes değil ama dünya genel olarak bu durumla yaşamaya razı görünüyor.

iran örneği nitelik açısından mı farklı? öyle olsa bile, savaşın yaratacağı istenmeyen sonuçlara yol açma riskini almaya değer mi? acaba saddam hüseyin diriltiliyor olabilir mi?

tahran’daki dini yönetim, rejimi kuşkusuz itici kılıyor. 2009 cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra yaşananlar bu konudaki her türlü şüpheyi gidermiş olmalı. islam cumhuriyeti mirasının, yurt dışındaki muhaliflere doğrudan veya aracılarla uygulanan şiddetli saldırıların gösterdiği gibi karanlık oyunlar oynaması iyice rahatsız edici.

ayrıca tahran’da yetki kullanımı yekpare bir süreç değil; devrim muhafızları gibi radikal aktörlerle anlayış içinde mutabakat sağlandığı gerçeği göz önüne alındığında, rejim toplamda sağduyusu ve dengesi açısından güven telkin etmiyor.

yukarıda söylenenlere ek olarak, tahran’daki din adamları hesap yapmıyor değil. aslında durum bunun tam tersi. sürekli olarak plan yapıyorlar ve batı’nın onayı olmasa bile amaçlarını araçlarına göre ince ayarlar yaparak uyarlamakta uzmanlar. iran rejimi, panik halindeki bazı insanların iddia ettiği gibi kendi yaşamını önemsemiyor değil, tam aksine kendisini korumayı en yüksek öncelik olarak benimsiyor.

‘soğukkanlı rasyonellik’

tahran’daki islam rejiminin hayatta kalmasını (dini inançlara bariz bir şekilde aykırı olduğunu düşünenler olsa da) islam’ın farzı katına çıkaran imam humeyni olmuştur. humeyni, 1988 yılının ağustos ayında, rejimin istikrarının bozulması tehlikesi karşısında saddam hüseyin ile ateşkes yapmayı kabul ederken bu gerekçeden bahsetmiştir. modern iran ise, irak eski diktatöründen farklı olarak, komşularını ne işgal etmiş ne de işgal etmekle tehdit etmiştir.

abd’de, yaptırımların nükleer silahlarla ilgili durumun izlenen yönde ilerlemesine engel olamaması durumunda, iran’a karşı askeri yöntemlere başvurulmasını savunanların korosu sesini yükseltmeye devam ediyor. ayrıca, israil’in, sonuçta abd’yi töhmet altında bırakacak şekilde tek taraflı olarak bir askeri harekata girişmeye karar vermesi olasılığına washington pasif bir şekilde rıza gösteriyor gibi görünüyor.

hava veya füze saldırıları gibi sınırlı önlemlerin, iran’ın nükleer çalışmalarını yavaşlatmaktan (onu da kısmen yapmaktan) başka bir işe yarayacağını gerçekten kimse iddia edemez. iranlı nükleer bilim insanlarına yönelen kanlı saldırılara bakıldığında, sınırlı bir savaş seferberliğinin (büyük bir ihtimalle de israil tarafından) başlamış olabileceği görülüyor.

bu saldırılara iranlıların verdiği tepkilere bakıldığında ise iran’ın batı’nın taleplerini kabul etmesi mümkünmüş gibi görünmüyor. aslında, gelecekte, başladıktan sonra kontrol edilmesi zor olacak yinelenen misillemeler görmeyi bekleyebiliriz. ayrıca, rejim değişikliğini etkilemek için iran büyüklüğünde ve onun sahip olduğu kapasiteye sahip saldırgan bir ülkeyi işgal etmeyi düşünen her kim olursa olsun, aklından şüphe duymak gerekir; ki burada çağdaş pers devletinin elindeki asimetrik seçenekleri değerlendirme olasılığını hesaba katmıyorum bile.

iran’ı çeşitli araçlar ve çağrılarla, çıktığını gördüğümüz nükleer yoldan geri çevirmeye çalışmak için çok iyi sebeplerimiz olabilir. aynı zamanda, olması gerektiği gibi, iran tehdidini kontrol altına alabilecek birçok seçenek de mevcuttur. ancak, riskleri ve kazançları hesaplarken ve islam cumhuriyeti’nin niyet ve kapasitesinin bir araya gelmesinin etkisini değerlendirirken, bölgesel güçler, batı ve uluslararası toplumun geneline bunu soğukkanlı bir rasyonellikle yapmaları önerilir.

ağustos 1990’ı yeniden yaşıyor olabilir miyiz? sanmıyorum.

robert l. grenier, bir finansal danışmanlık firması olan erg partners’ın genel başkanıdır. cia’in gizli servisi’nde 27 yıllık bir kariyerin ardından 2006 yılında  emekli oldu. grenier, 2004-2006 yılları arasında cia’in terörle mücadele merkezi’nin direktörü olarak çalıştı. 2002-2004 yılları arasında irak misyonu yöneticisi olarak irak’taki cia aktivitelerinin koordinasyonundan sorumluydu ve 11 eylül saldırılarının öncesinde ve sonrasında pakistan, islamabad’da cia istasyon şefiydi.

daha öncesinde, ulusal istihbarat konseyi’nde yakın doğu ve güney asya dairesi başkan yardımcısıydı. cia’nin nükleer silahların yayılmasının önlenmesi bölümü’nün kurulmasında çalışmıştır. grenier, council on foreign relations’ın yaşam boyu üyesidir ve dış politika konularında sık sık konuşmalar yapmakta ve makaleler yazmaktadır.

bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Robert Grenier

bir finansal danışmanlık firması olan erg partners’ın genel başkanıdır. cia’in gizli servisi’nde 27 yıllık bir kariyerin ardından 2006 yılında emekli oldu. grenier, 2004-2006 yılları arasında cia’in terörle mücadele merkezi’nin direktörü olarak çalıştı. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;