Görüş

Bitmeyen davalar, uzayan tutukluluklar

Belli davalarda verilen tahliye kararları tepkiyle karşılanmaktaysa da bu kişilerin tahliyesi yasal zorunluluktur. Buradaki tepkilerin tahliyelere değil, yargılama süreçlerinin uzunluğuna yöneltilmesi gerekmektedir.

Uzun tutukluluk süresi nedeniyle tahliye edilen isimlerden biri de Ergenekon davası sanığı Tuncay Özkan'dı. [AP]

türkiye’de, herhangi bir yargı sorunu ele alındığında ilk olarak yargının karşı karşıya olduğu iş yükünden bahsedilir. hemen tüm sorunların nedeni olarak gösterilen iş yükü elbette yargılama süreçlerinin uzamasına da yol açmaktadır. ancak, yargının bu temel sorununun ilk nedeni yargının bizzat kendisidir. friedrich a. hayek’in, “yargının etkinliğini, önüne gelen davalar değil gelmeyen davalar belirler” sözünden hareketle, türkiye’de yargının maruz kaldığı iş yükünün temel sebeplerinden birinin de etkin bir yargılama sisteminin bulunmayışı olduğunu söyleyebiliriz. bu yüzdendir ki aslında mahkeme önüne gelmemesi gereken birçok dava, yargı sisteminin içinde bulunduğu karmaşa ve uzayan yargılamaların başlı başına bir ceza niteliğinde olmasından ötürü mahkemeye taşınır.

ikinci olarak, işleyen alternatif bir uyuşmazlık çözüm sisteminin bulunmaması, tüm uyuşmazlıkların mahkemelere aktarılması yargının iş hacminin artmasının ve dolayısıyla yargılamaların uzamasının nedenlerinden biridir.

üçüncü olarak, son on yıllık süreçte yapılan mevzuat değişiklikleri (tck vb.) dosyaların tekrar ele alınmasını, sanıkların durumlarının yeniden değerlendirilmesini gerektirmiş ve yüzbinlerce dosya sırf bu nedenle temyiz mahkemesince bozularak yerel mahkemelere iade edilmiştir.

yargılamaların uzamasının sebeplerinden biri de, ülke nüfusu ve dosya sayısına kıyasla hâkim sayısının yetersiz olmasıdır.

yargılamaların uzamasının beşinci sebebi, yargılama süreçlerinde yoğun olarak başvurulan bilirkişilik kurumundaki tıkanıklardır. bilirkişilik kurumunun sorunları, bilhassa adli tıp kurumu’nun uzun süren incelemeleri yargılamaların uzamasına yol açmaktadır.

bu sayılanlardan başka, üzerinde pek durulmayan ancak bizce büyük önemi haiz nedenlerden biri de türkiye’de yargının fordist bir üretim tarzına zorlanmasıdır. son yıllarda, reform adıyla büyük fabrikaları andırır şekilde devasa adliye saraylarının inşa edilmesi, adliyelerde otomasyona geçilerek kitlesel üretim yapılmaya çalışılması, mahkemelerin temerküzü ve hiyerarşik bir etkileşimle merkezi yönetimin tahkim edilmesi, şu an sadece bir adli aygıta dönüşen yargı sisteminin her geçen gün özünden uzaklaşmasına yol açmaktadır. bu çözüm anlayışı, adliyeleri fabrika, mahkemeleri departman, hâkimleri bant işçisi, kararları mamul ve bireyleri de müşteri olarak sınıflandırıp tüm süreci bir işletme mantığıyla yargısal niteliğinden koparmaktadır. açıkçası bu çözüm anlayışı yukarıda bahsettiğimiz etkin yargı sisteminin yokluğunun temel sebebidir.

yargının karşı karşıya olduğu bu yapısal sorunların yol açtığı uzun yargılamaların sonuçlarından biri de uzun tutukluluklardır. yargılamaların uzaması, tutukluluk sürelerinin de uzamasına yol açmaktadır. ancak tutuklama süresinin uzunluğunu ve bu tedbire yoğun olarak başvurulmasını sadece yargılama süresinin uzunluğuyla izah edemeyiz. bunun birçok nedeni bulunmaktadır.

gelenek versus özgürlük

öncelikle, tutukluluk sorununu sadece hukuksal bir çerçeveye sığdırmak ve bu çerçeve içerisinde çözümü sağlayacak tespitler yapabilmek olanaklı değil. çünkü yasalar ve yargı faaliyeti bir ülkenin yıllar içerisinde kristalleşen ceza siyaseti ve yargı politikalarının ürünüdür. bu yüzden sadece yasaları değiştirerek gelenekleri ve uygulamaları değiştiremeyeceğimiz gibi sadece yasa üzerinden hukuk uygulamasını kontrol etmeye çalışmak şu an karşılaştığımız karmaşayı yaratabilecektir.

daha anlaşılır kılmak için öncelikle tarihsel bir değerlendirme yapalım. türkiye'de yargı, cumhuriyetin müeyyidesi ve inkılabın koruyucusu olarak inşa edilmiştir. toplumsal çatışmalardan neşet etmiş bir hakem hüviyetinde değildir. temsiliyetten çok uzak ve devlet bürokrasisine gömülü vaziyettedir. locke'un bahsettiği, otoriteye sahip ve üzerinde uzlaşılan bir yargıç hiç değildir. dolayısıyla, tarihsel misyonu gereği, iktidarın talepleri yargı kararlarının tek belirleyicisi olmaktadır. bu aynı zamanda, yargı kararlarının iktidarın ömrüyle sınırlı olması sonucunu da doğurmaktadır. toplumsal talepler ve özgürlükler, iktidarın güvenlik anlayışı ve siyasi çıkarıyla örtüştüğü oranda anlam kazandığından, türkiye'de yargı, temel hak ve özgürlükleri önceleyen bir içtihatlar bütünü geliştirememiştir. böyle bir külliyatın bulunmaması, yasal değişikliklerin uygulamaya yansımasını zorlaştırmakta bazen olanaksız kılmaktadır. çünkü hukuk uygulaması, yasadan ziyade, ilke ve geleneklere yaslanır. ilke ve geleneklerin bulunmadığı bir yapıda sadece yasa değişikliği yeterli olmamaktadır.

pozisyonunu iktidarın perspektifiyle belirleyen yargı, özgürlük-güvenlik dengesinde tercihi güvenlik lehine kullanmanın da ötesinde, polis ve jandarmanın yanında suçla mücadele araçlarından biri olarak konumlandırılmıştır. bu konumlanmanın bir sonucu olarak, özellikle devlete karşı suçlar söz konusu olduğunda tutuklama karinesinin tersine işlediği ve istisnai nitelikteki tutuklamaya yoğun bir şekilde başvurulduğu gözlenmektedir. özel yetkili mahkemelerin aniden kaldırılması ve tutuklama süresinin kısaltılması bu mahkemelerin sahip olduğu ayrıcalıklı yetkileri sonuna kadar kullanma konforuna yaslanan mahkemeleri bir boşluğa düşürmüştür. benzer bir durumu 2011 yılında ceza muhakemesi kanunu'nun 102. maddesinin yürürlüğe girmesi ve tutukluluk süresi 10 yılı aşan kişilerin tahliyesinde de tecrübe etmiştik. o dönemde de on yıllık süreçte bir davanın bitirilememesinden ziyade tahliye edilen kişilerin işledikleri iddia olunan suçlar tartışma konusu edilmişti.

tedbir niteliğindeki tutukluluğun uzamaması ve hakkında mahkûmiyet kararı verilmemiş bir kişinin uzun süre cezaevinde tutulmasının önüne geçebilmek amacıyla gerek türkiye’de gerekse başka ülkelerde tutuklu yargılamalara sınır getirilmiştir. 2005 tarihli ceza muhakemesi kanununda, üst sınır daha önce on yıl olarak kabul edilmekteyken, 6 mart 2014 tarihinde yürürlüğe giren kanun sonrasında azami tutukluluk süresinin beş yıl olacağı değerlendirilmektedir. son dönemde yapılan tahliyelerin gerekçesini de bu değişiklik oluşturmaktadır. özellikle belli davalarda verilen tahliye kararları tepkiyle karşılanmaktaysa da bu kişilerin tahliyesi yasal zorunluluktur. buradaki tepkilerin tahliyelere değil, yargılama süreçlerinin uzunluğuna yöneltilmesi gerekmektedir. tutuklama süresini kısıtlayan düzenlemelerin başka ülkelerdeki uygulamalarına örnek olarak, fransa’da terör, uyuşturucu kaçakçılığı gibi suçlarda tutuklama süresi en fazla dört yıl olabilmektedir. iskoçya’da suçun ağırlığına bakılmaksızın azami tutukluluk süresi 110 gündür. avusturya’da beş yıl hapis cezasını aşan suçlarda en fazla iki yıllık bir tutuklama süresine yer verilmiştir. bu saydıklarımızın dışındaki avrupa ülkelerinde de tutuklama süresinin sınırlanması söz konusudur. birçok ülkede üst sınırın iki yıl olduğu görülmektedir.

meseleye, “ergenekon”, “balyoz” gibi “büyük davalar” açısından yaklaştığımızdaysa, yargılamadan ziyade siyasal hesaplaşma hüviyetinde olan ve bu usulle yürütülen yargılamaların mahkeme salonlarında sonuçlandırılması olanaklı görülmemektedir. kriminal süreçlerle siyasal hesaplaşmanın birbirinden ayrı yürütülmesi gerekirken bir bütün halinde mahkeme salonuna depo edilen bir hesaplaşmanın, makul bir yargılama sürecinde sonlandırılmasına imkân bulunmamaktadır.

çözüm olarak, öncelikle türkiye’de yargı sistemini bir adli aygıt olarak konumlandırmaktan vazgeçilmesi, mevcut sistemin uyuşmazlık çözme kapasitesini yitirdiğinin kabul edilmesi, adliyelerin işletme mantığıyla yönetilemeyeceğinin ve iş yükünün fordist bir üretim benimsenerek çözülemeyeceğinin görülmesi gerekmektedir. türkiye yargısının kurumsal, zihinsel ve geleneksel çerçeveleriyle yeniden inşa edilmesi, geldiğimiz noktada acil bir ihtiyaca dönüşmüştür. tercih edilecek yeni bir yol biteviye devam eden ve artık hepimizi kanter içinde bırakan reform atılımlarından çok daha kolay ve etkili sonuçlar yaratacak temel bir çaredir. avukatlık, savcılık, hakimlik kurumlarının yeniden inşası ve hukukçuluk mesleğinin kültürel ve zihinsel olarak yeniden yaratılması bu yollardan birisi olduğu gibi, hukuki bilgi standartları ve hukuksal rasyonelitenin sağlam zeminlerde yeniden kurulması, tüm bunlarla beraber artık sorun çözme kabiliyetini tamamen yitirmiş bu hukuk ve yargı geleneğinin terk edilmesi gereklidir. aksi taktirde onyıllarca konuşulan sorunların, bundan sonraki onyıllar boyunca siyasal hayatımızı meşgul etmeye devam etmesi kaçınılmaz görünmektedir.

 

1998 yılında ankara üniversitesi hukuk fakültesinden mezun olan muzaffer şakar, 2001 yılında hâkimlik mesleğine başladı. kocaeli, ardahan, çankırı, kilis hâkimi olarak görev yaptı.yüksek lisans tezini ifade özgürlüğü konusunda yazan şakar, halen ankara üniversitesi hukuk fakültesinde doktora çalışmalarını sürdürmekte ve yargıtay tetkik hâkimi olarak görev yapmaktadır. demokrat yargı derneği başkan yardımcısıdır. orhangazi ertekin, uğur yiğit, kemal şahin ve faruk özsu ile birlikte "türkiye'de yargı yoktur" kitabını yazmıştır. 

bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve al jazeera'nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

 

Muzaffer Şakar

1998 yılında ankara üniversitesi hukuk fakültesinden mezun olan muzaffer şakar, 2001 yılında hâkimlik mesleğine başladı. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;