Görüş
Buazizi’nin yaktığı ateş sönmez
Tunuslu seyyar satıcı Muhammed Buazizi’nin kendini yakarak tetiklediği Arap Uyanışı ile 100 yıl önce Gertrude Bell ve Arabistanlı Lawrence’ın çizdiği haritalar, siyasi mimari tarihin çöp tenekesine atılıyor. Bugün Ortadoğu’da tarih yeniden yazılıyor. Gürkan Zengin yazdı.

tarihin akışı içinde bazı vak’alar o akışın yönünü “bir anda” değiştiriverir. bir tek olayın bütün bir akışı nasıl derinden etkileyebildiğine inanamazsınız. o olay, bazen kendi başına son derece önemlidir, bazen de değildir. ama tetiklediği dönüşümler ‘devrim’ niteliğinde olur.
1914 senesinde saraybosna’da gavrilo princip isimli bir sırp genci, avusturya-macaristan arşidükü franz ferdinand ile eşi sophie’ye ateş ettiğinde bu sadece bir suikast eylemiydi. bir kişi ateş etti ve iki kişi öldü. ama o iş orada kalmadı. o iki el ateş cihan harbi’ni başlattı, yüzbinlerce insan hayatını kaybetti, dört yıllık harbin sonunda imparatorluklar haritadan silindi, güç dengeleri değişti, dünyada bir ‘yeni düzen’ oluştu.
bu tabloyu gerçekten de princip’in sıktığı o tek kurşun mu yarattı? elbette hayır. o savaş mutlaka çıkacaktı, zira şartlar hazırdı. devrimler, büyük isyanlar, savaşlar ancak toplumsal-siyasal şartlar hazır olduğunda olur. şartlar hazır olunca, o isyan, devrim ya da savaş artık bir tek kıvılcımı ve tek el bir silah sesini beklemeye başlar.
princip’in 1914’te saraybosna’da sıktığı kurşun o sebeple cihan harbi’ni başlatabildi.
beş yıl önce bir 17 aralık günü benzer bir durum bu kez arap dünyasında oldu.
bu kez kıvılcımı yakan tunuslu bir gençti. muhammed buazizi isimli bu yoksul genç adam, basit bir seyyar satıcıydı. 26 yaşındaki buazizi, sekiz nüfuslu bir ailenin oğluydu, babası o üç yaşındayken ölmüştü. liseden terkti; bir süredir iş bulamıyordu. sidi buzid şehrinin sokaklarında meyve sebze satarak ailesinin geçimini sağlıyordu. zaten 10 yaşından beri bu mesuliyet onun omuzlarındaydı. tek geçim kaynağı olan tezgâhına zabıtanın el koymasına tepki gösterdi. tezgâhını geri istedi, vermediler... isyanını kendisini şehir meydanında ateşe vererek gösterdi.
o ateş, bütün arap dünyasını kasıp kavurdu. yalnızca kendi ülkesinin diktatörü zeynel abidin bin ali’yi değil, mısır durdukça o da ölene kadar orada kalacak diye düşünülen hüsnü mübarek’i, arap dünyasının en uzun ömürlü diktatörü muammer kaddafi’yi, yemen’de ali abdullah salih’i koltuğundan etti, suriye’de beşşar esed’i ise 4 yıldır koltuğunda sarsıyor.
bütün bu rejimlerin devrilişinin bir seyyar satıcı-zabıta kavgasından çıktığına inanmak zor. ama gerçek bu.
elbette muhammed buazizi de tıpkı princip gibi bir semboldü.
arap baharı için de, tıpkı i. dünya savaşı’nda olduğu gibi şartlar olgunlaşmıştı, zamanı gelmişti. derler ki “zamanı gelen bir fikirden daha güçlü bir şey yoktur.”
1919’da paris barış konferansı’nda, 1920’de san remo’da, bir yıl sonra da kahire toplantısında ve isviçre’de “şark mes’elesi”ne bir “hâl çaresi” arandı ve bulundu. bağdat’ın, şam-ı şerif’in, mekke-i mükerreme ve medine-i münevvere’nin kaderi buralarda ingiliz ve fransız eliyle çizildi. arabistan’ın kaç parçaya ayrılacağını, hangi parçanın isminin ne olacağını, başına kimin getirileceğini “intelligence service”in adamları belirledi. yüz yıl önceki ortadoğu’nun siyasi mimarları, gertrude bell ve arabistanlı lawrence gibi ingiliz istihbaratının ajanlarıydı.
o bir “tarihi an”dı.
işte bundan yüz yıl sonra tunuslu seyyar satıcı muhammed buazizi’nin kendini yakarak tetiklediği arap uyanışı ile gertrude bell ve arabistanlı lawrence’ın çizdiği o haritalar, o siyasi mimari tarihin çöp tenekesine atılıyor.
100 yıl sonra yeni bir tarihi an
ve bugün, yüz yıl önce toprakları avrupalı sömürgeci güçler tarafından parça parça edilmiş, “sırtlan payı”na razı edilmiş bir milletin çocukları ve torunları olarak yüz yıl sonra yeni bir “tarihi an”ı yaşıyoruz.
2003’te saddam hüseyin’in iktidardan uzaklaştırılmasını, bazı yorumcular i. dünya savaşı sonrası kurulan bölgesel düzenin çöküşü olarak gördüler, oysa öyle değildi. o bölgesel düzenin çöküşü 2003’te bağdat’ta değil, buazizi’nin yaktığı ateşle tunus’ta ve esasen 2011 başında kahire’de oldu. bağdat’ın firdevs meydanı’nda saddam hüseyin heykelini deviren amerikan işgaliydi, oysa kahire’nin tahrir meydanı’nda hüsnü mübarek’i deviren mısır halkının kendisiydi.
dışarıdan ve sömürgeci reflekslerle i. dünya savaşı sonrasında kurulmuş olan o ‘nizam’ içeriden yükselen özgürlük talepleriyle bizzat halklar tarafından yıkıldı.
ortadoğu’da tarih yeniden yazılıyor. halklar sokaklarda ve meşruiyetini halktan almayan baskıcı rejimler tek tek devrildi, devriliyor. devrilen her rejim ve yerine gelen her yeni yönetim bölgede dengeleri kökünden sarsıyor.
amerika ve rusya’nın başını çektiği büyük güçler ile iran, suudi arabistan gibi bölgesel aktörlerin boğma çabalarına rağmen arap baharı bugün bölgedeki en önemli siyasi ve sosyolojik dinamiktir. çünkü halkların serbest seçim ve ifade özgürlüğü gibi demokratik talepleri devam ediyor. bunların bastırılması, sindirilmesi bu çağda mümkün mü? amerika ve batı’nın bundan sonra tükenmiş bir paradigmaya sırtlarını dayayarak bölgede hükümranlıklarını sürdürmeleri artık imkânsız.
bu haliyle içinden geçmekte olduğumuz zaman dilimi bir “ara dönem”dir.
türkiye’nin o “masada” olma mücadelesi
ama herkes biliyor ki, çok uzak olmayan bir gelecekte, bir yerlerde bir masa kurulacak ve o masada “yeni aktörler” yeni bir düzenin çatısını çatacak. muhtemelen çetin pazarlıklar sonrasında yeni bir düzen kurulacak.
berlin duvarı’nın çöküşü ardından 11 eylül saldırıları, amerika’nın afganistan ve irak harekâtları ve en sonunda arap baharı’nın devreye girmesiyle ortaya yepyeni bir jeopolitik tablo çıktı. yeni dönemin mimarisini kuracak aktörler yavaş yavaş netleşiyor.
türkiye, bu yeni jeopolitik mimarinin kurucu aktörlerinden biri olmanın mücadelesini veriyor.
pkk ve işid gibi bölgenin eski ve yeni unsurlarının son dönemde türkiye’nin üzerine salınmasındaki asıl amacın türkiye’yi bu iddiasından vazgeçirmek olduğu açık. reyhanlı, suruç, diyarbakır, ankara patlamaları, türkiye’yi terör üzerinden terbiye etme’ çabasının tezâhürleriydi.
1914-1918 arasında cihan harbi’nde büyük devletlerin birbirleriyle boğazlaşmalarına sebep, osmanlı imparatorluğu’nun topraklarıydı. yani o zamanki kuşakların “harb-i umûmi” dedikleri i. dünya savaşı’nda cavit bey’in ifadesiyle “mevzû bizdik”; osmanlı’nın parçalanması, parçaların avrupa’nın büyük güçleri arasında nasıl pay edileceğiydi. bir başka deyişle maksat “şark mes’elesi”nin halliydi.
100 yıl sonra türkiye, ortadoğu’daki rejimleri değiştirmek için düğmeye basmadı. arap baharı ya da arap uyanışı denilen hadise bütün bölgeyi kasıp kavurmaya başladıysa, bunun müsebbibi türkiye değildi, buna gücü de yetmezdi. ama arap halkları binler, on binler ve yüz binler halinde sokaklara dökülüp, “diktatörlerin gitmesini istiyoruz,” diye canlarını ortaya koymaya başlamışsa bu ortadoğu’da yeni bir durumdur ve türkiye de halkların bu meşru taleplerini desteklemiştir.
türkiye, arap baharı’nın getirdiği halklara özgürlük ve serbest seçimlerle yönetimlerin değişmesini ülke isimlerinden bağımsız olarak samimiyetle destekleyen tek ülkedir.
türkiye’nin tarihi tecrübesine ve gelecek vizyonuna yakışan da budur.
gürkan zengin, gazeteciliğe 1989'da trt haber merkezi'nde adım attı. çeşitli televizyonların ankara bürolarında muhabir, editör ve haber müdürü olarak çalıştı. cnn türk televizyonunda on yıl boyunca 'editör' programını hazırlayıp sundu. 2011 yılından bu yana al jazeera türk'ün haber direktörü. türkiye'nin dış politikasını mercek altına alan 'hoca' ve 'kavga' (inkılap kitabevi) adlı iki kitabı bulunuyor.
twitter'dan takip edin: @zengingurkan
Yorumlar