Görüş
Gazetecilere yönelik dün ve bugünkü operasyonlara farklı ve çelişkili bakışlar
Gülen Cemaati'ne yönelik operasyonla daha önce Ergenekon, Odatv gibi davalarda gazetecilerin tutuklanmalarına karşı verilen tepkileri karşılaştıran Ruşen Çakır, ortaya "ilginç durumlar" çıktığı görüşünde.
fethullah gülen cemaati'ne yönelik 14 aralık operasyonu, türkiye’de gazeteciler arasında var olan farklılıkları daha da derinleştirdi ve safları daha da karıştırdı. operasyonun zaman gazetesi genel yayın yönetmeni ekrem dumanlı, samanyolu yayın grubu başkanı hidayet karaca ve bazı yazarları da kapsamasına bağlı olarak gündeme gelen basın özgürlüğü tartışmasında üç farklı eğilimle karşılaştık: operasyonu basın özgürlüğü ihlali olarak görmek, gazetecilerin meslekleriyle ilgili olmayan konularda suçlandıkları için operasyonun basın özgürlüğüyle ilgili olmadığını savunmak ve konuyla ilgili yorum yapmaktan kaçınmak.
buraya kadar her şey normal gözükebilir. fakat bu yaklaşım sahiplerinin yakın geçmişteki ergenekon, odatv gibi davalarda gazetecilerin tutuklanmalarına vermiş oldukları tepkilerle bugünkü pozisyonları karşılaştırıldığında ilginç durumlar ortaya çıktı. bu noktada karşımıza dört eğilim çıkıyor:
- dün doğru, bugün yanlış: isveçli akademisyen erik meyersson, üç türk gazetecinin, emre uslu, yavuz baydar ve cengiz çandar’ın, ingilizce çıkan bazı yazılarını karşılaştırarak aynı çarpıcı sonuca ulaşmış: dünkü gazeteci tutuklamalarını "gazetecilik dışı faaliyetlerde bulunma" gerekçesiyle batı kamuoyuna meşru göstermeye kalkan bu üç isim, 14 aralık’ı ise, söz birliği etmişçesine "vahim basın özgürlüğü ihlali" olarak şikâyet ediyorlar. benzer tutuma sahip başka kişilerin de olduğunu ve bunların önde gelen motivasyonlarının adalet ve kalkınma partisi (akp) ve cumhurbaşkanı tayyip erdoğan karşıtlığı olduğunu söyleyebiliriz.
- dün doğru, bugün de doğru: geçmişte gülen cemaati-akp hükümeti ittifakıyla gerçekleştirilen operasyonları alkışlamış olan gazetecilerin hatırı sayılır bir bölümü bugün cemaat’e karşı hükümetin (cumhurbaşkanı erdoğan’ın) yanında yer alıyorlar ve son operasyona gazetecilerin de dâhil edilmesine itiraz etmiyor, hatta alkışlıyorlar. seviyesi hayli sorunlu bu kişilerin yanında, gülay göktürk, etyen mahçupyan gibi isimlerin, operasyona eleştirel destekleri sönük kalıyor. mahçupyan demişken, yazarın 9 mart 2011 tarihli "post ergenekon durum" ve 10 mart 2011 tarihli "çorbadaki kıl" başlıklı yazılarıyla, ahmet şık ve nedim şener’in tartışmalı tutuklanmalarını desteklemekle kalmayıp, buna teorik bir çerçeve de çizmiş olduğunu hatırlatmakta yarar var.
- dün yanlış, bugün doğru: gülen cemaati'ne, dolayısıyla geçmişteki ergenekon, balyoz, odatv soruşturmalarına karşı olan birçok kişinin günümüzde cemaat’e operasyon yapılmasından memnun olduğunu tahmin etmek zor değil. ancak başkasının mağduriyeti karşısında memnuniyet beyan etmek zor olduğu için medyada kaydadeğer örnek bulmak kolay değil.
- dün yanlış, bugün de yanlış: dün ve bugün gazetecilere yönelik operasyonları basın özgürlüğü ihlali olarak değerlendiren gazeteci ve yazarların sayısı da hiç az değil. 14 aralık operasyonuna karşı imza kampanyasına katılanlardan ciddi bir bölümünü bu tavra örnek gösterebiliriz.
dünkü mağdurların farklı tutumları
doğrudan gülen cemaati'yle irtibatlı olduğu iddia edilen polis-yargı-medya üçgeninde gerçekleştirilen odatv davası’nın öne çıkan üç gazeteci mağdurunun 14 aralık’ta farklı tavırlar sergilediklerine tanık olduk.
nedim şener, twitter’da yorumsuz olarak sırasıyla prof. türkan saylan, ali tatar ve yargı sürecinde hayatını kaybeden ergenekon sanığı kuddusi okkır’ın fotoğraflarını paylaştı.
onunla kader birliği etmiş olan ahmet şık ise şu tweeti attı: "birkaç yıl önceki faşizm döneminin kudretli sahiplerinden cemaat'in bugün yaşadığının adı da faşizmdir. faşizme karşı çıkmak erdemdir."
ekrem dumanlı dâhil olmak üzere cemaat’ten birçok isim ahmet’i bu tavrından dolayı takdir etti. örneğin zaman gazetesi washington temsilcisi ali h. aslan şunu yazdı: "faşiste faşist dediğin için teşekkürler ahmet şık. ve lütfen hakkını helal et. biz senin özgürlüğüne böyle sahip çıkamamıştık."
cemaat mensupları şık’ın tweetinin kendilerini "birkaç yıl önceki faşizm döneminin kudretli sahiplerinden biri" olarak tanımlayan ilk bölümünü hızlı geçip "cemaat'in bugün yaşadığının adı da faşizmdir. faşizme karşı çıkmak erdemdir" bölümüne odaklandılar. bu çıtanın altında kalan tavırların sahiplerini de yeterince demokrat ve özgürlükçü olmamakla itham ettiler.
soner yalçın ise milliyet’te aslı aydıntaşbaş’a şunları söyledi: "bu kumpas bir merkezden yönetiliyor. en tepede biri, altında başka birimler var. kuryelik yapanlar var. bunları basın özgürlüğü olarak ele alamazsın. o zaman kendi mesleğine ihanet edersin. kumpasın merkezinde gazeteciler var. biz bunu yaşadık. anlattıklarım hayali değil. bunlar gazeteci değil. kusura bakma ama ben ekrem dumanlı’ya kefil olamıyorum. siz oluyorsanız buyurun. gazetelere ilan verin."
cemaat'i eleştirmenin sınırları
ekrem dumanlı, şık, şener ve yalçın’ın gözaltına alınmalarının akabinde, 7 mart 2011 günü şöyle yazmıştı: "bu ülkede her gazeteci, gazeteci değil; her gazeteci haber peşinde koşmuyor. bazıları ihbarcılıkla habercilik arasındaki farkı bir kalemde çizip atıyor. o yüzden acele etmeye gerek yok. paniğe, hiç gerek yok. dava dosyası teşekkül edecek ve nasıl olsa şeffaf toplum olmanın gereği, her şeyi ayan beyan göreceğiz. (...) başbakan, doğru söylüyor: ‘bırakın yargı işini yapsın.’ (...) şu suçludur, şu suçsuzdur demek biz gazetecilerin görevi değil."
o tarihten bu yana dumanlı ve cemaat’ten diğer gazetecilerin basın özgürlüğü konusunda geçmişleriyle ciddi bir şekilde yüzleştiklerine tanık olmadık. bu konuda en cüretkâr isimlerden olan zaman yazarı kerim balcı 19 aralık günü şunları yazdı: "size zulmediliyor ama siz de komşunun tavuğuna ‘kışt’ demiştiniz demek ya korkunun, ya onulmaz düşmanlığın ifadesidir. bizim, bize karşı işlenen cinsinden günahımız ahmet şık ve nedim şener’in yanında duramamış olmamızdır. özür diliyoruz. o gün meftun-u sâhir-i ahir zaman idik..."
balcı’nın özrü değerli olmakla birlikte tam olarak yeterli olduğu söylenemez. zira odatv olayında cemaat, gazetecilere yönelik bir komploya sessiz kaldıkları için eleştirilmiyor, bizzat bu komployu tezgahlamakla suçlanıyor.
balcı’nın dile getirdiği ve cemaat mensuplarının çoğu tarafından da paylaşılan, kendilerinden ısrarla özeleştiri beklenmesinden duyulan rahatsızlığa gelecek olursak:
- cemaat’in bugün mağdur olması, yakın geçmişte başkalarını mağdur ettiği gerçeğinin üstünü örtmüyor.
- tam tersine bugün mağduriyet yaşayan cemaat’in, başkalarının dün yaşadığı/başkalarına dün yaşattığı mağduriyetleri anlamasının daha kolay olacağı düşünülüyor.
- cemaat mensuplarının özeleştiri çağrılarına verdikleri "önce şu sıkıntıyı atlatalım..." diye başlayan cevaplar, cemaat’in, 40 yılı aşkın tarihinde başkalarının hak ve özgürlükleri için ciddi şekilde mücadele verdiğine tanık olunmadığı için tatminkâr olmuyor.
cemaat ile iktidarın vaatleri
siyasi iktidar, daha doğrusu cumhurbaşkanı recep tayyip erdoğan, cemaat ile savaşında demokrasi, temel hak ve özgürlükler gibi kavramları öne çıkarmıyor, hiç önemsemiyor. cemaat’in kendisine darbe planladığını düşünen erdoğan’a göre bu, ucunda ölüm ya da kalım olan bir iktidar savaşı. buna bağlı olarak üçüncü şahıslara "ya bizdensin ya onlardan" diyor. bunu "havuç ve sopa" politikası olarak özetleyebiliriz. erdoğan’dan yanaysanız iktidar nimetlerinden faydalanma imkânınız, cemaat’e yakınsanız şiddetine muhatap olma riskiniz var.
buna karşılık cemaat bunun asla bir iktidar savaşı olmadığını, demokrasi, temel hak ve özgürlükler ve hukuk devleti için mücadele verdiklerini, kendilerini feda ettiklerini söyleyip herkesi bu mücadeleye omuz vermeye çağırıyorlar. hâl böyle olunca savaşa doğrudan taraf olmayan kişilerin cemaat’in demokrasi, temel hak ve özgürlükler ve hukuk devleti gibi konularda samimi olup olmadığını bilme ve sorgulama hakkı doğuyor.
17 aralık 2013’ten bugüne kadarki süreçte, kamuoyunu bu konuda aydınlatma noktasında çok geniş imkânlara sahip olan cemaat’in belirgin bir gayret içine girmediğini, akp ve erdoğan karşıtlığı üzerinden kendine destek bulmaya çalıştığını ama umduğu kadar başarılı olamadığını söyleyebiliriz.
ruşen çakır, haberturk gazetesi köşe yazarı. birçok kitaba imza atan çakır'ın eserlerinden bazıları şunlardır: 'ayet ve slogan, türkiye'de islami oluşumlar' (metis, 1990), 'ne şeriat ne demokrasi: rp'yi anlamak' (metis, 2000), 'recep tayyip erdoğan: bir dönüşüm öyküsü' (fehmi çalmuk ile beraber, metis, 2001), 'türkiye'nin kürt sorunu' (metis, 2004), 'mahalle baskısısı: var mı yok mu?' (irfan bozan ile beraber, doğan kitap, 2009) ve '100 soruda erdoğanxgülen savaşı' (semih sakallı ile beraber, metis, 2014).
twitter'dan takip edin: @cakir_rusen
bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve al jazeera'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorumlar