Görüş

Kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı

Türkiye, başkanlık tartışmalarına kilitlenmiş durumda. Ancak başkanlık veya parlamenter, hangi hükümet modeli tercih edilirse edilsin, erkler ayrılığı ilkesini anayasal düzeninin temel esaslarından biri haline getirmek şart. Yargı bağımsızlığı ise hayati önem taşıyor.

Osman Can'a göre, hangi hükümet modeli tercih edilirse edilsin, yargı bağımsızlığı hayati önem taşıyor. [Fotoğraf: AA-Arşiv]

erklerin birbirinden ayrılmadığı bir siyasal düzende anayasa vardır denemez. zira egemenin keyfiliğini ortadan kaldıracak, bu şekilde özgürlükleri koruyacak en önemli tedbir yasama, yürütme ve yargı gibi üç temel erkin farklı ellerde toplanmasıdır.

bugünün demokrasi standartları itibariyle erkler ayrılığı ilkesinin kabul edilmediği anayasa hemen hemen yok gibidir. venedik komisyonu da erkler ayrılığı ilkesinin avrupa’nın ortak anayasa standardını yansıttığını vurgulamaktadır.

türkiye’de cari durum

türkiye'nin ise erkler ayrılığı sistemine aşina olmakla birlikte, gerçekte bu sisteme yabancı olduğu söylenebilir.

1924 anayasası, tüm erklerin mecliste toplandığı bir hükümet modeli öngörüyordu. teoride meclis üstünlüğüne yol açması beklenen bu sistem, pratikte egemen siyasi partinin meclise üstünlüğüyle sonuçlandı.

her biri birer askeri darbe ürünü olan 1961 ve 1982 anayasaları ise teoride erkler ayrılığı sistemine dayanıyordu. parlamenter hükümet modeli olarak adlandırılan bu sistemde, 1961 anayasası, gerçekte güçsüz bir parlamento ile güçsüz bir bakanlar kurulu karşısında, son sözü askeri ve sivil bürokrasiye bıraktı. dolayısıyla yasama-yürütme-yargı kurumsal olarak ayrı gözükse de, fiili güç ilişkilerine bakıldığında “demokratik temsil” ile “askeri-sivil bürokrasi” adlı iki farklı erkin bulunuyor ve denge de bu erkler arasında sağlanıyordu.

1961 anayasasının izinden giden 1982 anayasası, sistemin ihtiyaç duyduğu etkinlik ve işlevselliği de dikkate aldı. parlamento etkinleştirildi. hükümetin kurulması kolaylaştırıldı, düşürülmesi zorlaştırıldı. yüksek seçim barajlarıyla istikrarlı hükümetlerin kurulması amaçlandı. güçlendirilmiş hükümet karşısında cumhurbaşkanı çok önemli bir denge ve denetim organı olarak kurgulandı; güçlü blokaj ve fren yetkileriyle donatıldı. ancak bu tercih, demokrasiyi güçlendirme amacıyla ilgili değildi. cumhurbaşkanlarının daima asker veya “askeri gibi” olacağı inancı, esas erkler ayrılığının yine “demokratik temsil” ile “asker-sivil bürokrasi” güçleri arasında kurulduğunu gösteriyordu.

2007 yılında cumhurbaşkanının ak parti tercihleri doğrultusunda belirlenecek olması bu nedenle ciddi siyasi ve toplumsal hareketlenmelere neden olmuş, ordu darbe tehdidinde bulunmuştu.

2010 anayasa değişiklikleriyle cari denge, demokratik temsil lehine bozuldu. askeri vesayetin sona ermesi, türkiye’de demokratik anlamda bir erkler ayrılığı sisteminin olmadığını gösterdi. sistem, biraz da katı merkeziyetçi yapısı nedeniyle, merkezde iktidarı elinde bulunduran güç odağının, kılcal damarlarına kadar tüm sistemi kontrol edip yönlendirmesine imkan sağlıyordu.

demokratik ve özgürlükçü bir başkanlık sisteminden söz edebilmek için, başkan ile parlamento arasındaki ilişkinin anayasal düzeyde kesin hatlarla düzenlenmesi gerekir. başkan, kendisini aday gösteren partiye mensup olabilir, ancak bu partide yönetici, yönlendirici veya kararları etkileyici herhangi bir hukuki veya fiili güce sahip olmamalıdır.

2014 yılında cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi sistemde yeni bir siyasal güç kaymasına ve yoğunlaşmasına yol açtı. meclisteki çoğunluğa sahip partiyi kontrol edebilen cumhurbaşkanı, aynı zamanda hükümeti de kontrol edebildi. bu şekilde yasama ve yürütme fiilen cumhurbaşkanı şahsında birleşti. tarafsız olacağı beklentisiyle cumhurbaşkanına tanınan yüksek bürokrasi ve yüksek yargı atamaları dikkate alındığında, sistemin demokratik anlamda bir erkler ayrılığı sistemine göre tanzim edilmediği, en azından gücün tek elde toplanmasını engelleyebilecek anayasal tedbirlerden yoksun olduğu söylenebilir.

erkler ayrılığı ilkesine göre yapılanma gerekli

cari durumun yol açtığı anayasal krizleri engellemek ve riskleri ortadan kaldırmak için yeni bir anayasal düzen inşa etmek, en azından cari anayasal düzende devam edilecekse de erkler ayrılığı ilkesini anayasal düzeninin temel esaslarından biri haline getirmek gerekir. bu zorunluluk, ister başkanlık, isterse parlamenter hükümet modeli tercih edilmiş olsun, değişmemektedir.

türkiye, başkanlık tartışmalarına kilitlenmiş durumda. 2011 sonrası anayasa yapım hamlesi de bu tartışmalar nedeniyle sonuçsuz kaldı. bugün itibariyle ak parti ve mhp arasında bir uzlaşıyla başkanlık hükümet modeli türkiye’nin gündemine oturdu. taslak metin kamuoyuna açıklanmadığı sürece, kesin değerlendirme yapma imkanı yok. ancak başkanlık sistemi gelecekse, bunun demokratik ve özgürlükçü olabilmesi, ülkenin kaderini olumlu bir yönde etkileyebilmesi için bazı temel özelliklere sahip olması gerek.

kabul edelim ki, başkanlık hükümet modeli her bir ülkede farklı şekilde uygulanabilir. zira her ülkenin kendine özgü şartları vardır. ancak bu şartların hiçbiri sistemi, temel hak ve özgürlüklere, farklılıklara tehdit oluşturmaktan alıkoyacak temel esaslardan sapmayı haklı gösteremez. erkler ayrılığı ilkesi ve denge-denetim mekanizmaları şartlara uyarlanabilir, ancak temel amaç göz ardı edilemez.

ikinci olarak, başkanlık hükümet sistemi, parlamenter hükümet sisteminin aksaklıklarından hareketle tanzim edilemez. parlamenter sistemin mantığı içinde zorunlu veya sorunlu görülen unsurlar, başkanlık hükümet sistemine taşınamaz. her bir sistemin kendi içinde bir mantığı vardır ve sistem tasarımı kendi mantığı içinde düşünülmelidir.

demokratik ve özgürlükçü bir başkanlık sisteminden söz edebilmek için, başkan ile parlamento arasındaki ilişkinin anayasal düzeyde kesin hatlarla düzenlenmesi gerekir. başkan, kendisini aday gösteren partiye mensup olabilir, ancak bu partide yönetici, yönlendirici veya kararları etkileyici herhangi bir hukuki veya fiili güce sahip olmamalıdır. başkanın partisini kontrol edememesi, yani partinin başkandan bağımsız hareket edebilmesi bu sistem için hayatidir. bu şart gerçekleşmediğinde, başkan meclisi kontrol eder. meclisin başkanı denetlemesi, yüce divan'a göndermesi, başkanın işlemlerine karşı anayasa mahkemesi'ne müracaatı imkansız hale gelir. meclisin uluslararası anlaşmaları, bakan ve yüksek bürokrat atamalarını onaylamama gibi bir imkanı ortadan kalkar. başkanın veto yetkisini aşması imkansızlaşır. meclis bugün olduğu gibi, yürütmenin güdümünde kalmaya devam eder.

ikinci anahtar kavram, seçim sistemidir. seçim sistemi, milletvekilini seçmene yaklaştıracak ve parti yönetiminin baskısından kurtarıp nispeten özerk davranmasına imkan sağlayacak şekilde yapılandırılmalıdır. bu sağlandığında, meclisin başkan karşısında özerkliğine ciddi katkı sağlanmış olur.

başkan meclisi feshedememeli, meclis de başkanın görevine son verememelidir. yasama ve yürütme arasındaki kesin ayrılık, temel hak ve özgürlüklerin korunması açısından hayatidir. parlamenter sistemdeki “yürütme-yasama arasındaki uyum” ihtiyacını, başkanlık sistemine nakledip burada da uyumu zorunlu kılmak, başkanlık sistemin mantığına ve amacına aykırıdır. başkan ve parlamentonun farklı olması, bütçe tasarılarında olduğu gibi, bazen kilitlenmelere yol açsa da, her zaman olumsuz görülmez. zira 230 yıla yakın uygulama sürecinde abd’de bir arada yaşama kültürünün en önemli dinamiklerinden biri her iki erkin birbirinden ayrı olmasıdır. bu durum iki farklı erki uzlaşmaya zorlamış, farklı siyasal eğilimlerin birbirine tahammülünü desteklemiştir.

başkanın veto yetkisinin aşılmasında, anayasa değişikliklerinde ve başkanın yüce divan'a gönderilmesinde aynı nitelikli çoğunluk oranlarının aranmasında yarar vardır.

hangi hükümet modeli tercih edilirse edilsin, yargı bağımsızlığı hayatidir. yargı tüm toplumsal farklılıklara açık olmalıdır. yargı görevinin yerine getirilmesinde yargıcın bağımsızlığı esastır. ancak yargının tek kurumsal veya toplumsal kaynaktan beslenmesi, bağımsızlığını ve tarafsızlığını tehlikeye atabilir.

başkanlık hükümet sisteminde, başkan yürütmeyi tek başına elinde tutar. ancak bu durum, başkanın bütün devlet aygıtını tamamen kendi takdirine göre yönlendirebileceği anlamına gelmez. ilk olarak bazı bakanlar ile önemli bürokratik pozisyonlardaki atamaların meclisin onayına tabi tutulması gerekir. ikinci olarak, federal bir sistem benimsenmese dahi, kamu hizmetlerinin görülmesinde yerel yönetimler güçlendirilmeli, başkanın yürütme gücü, yerel yönetimlerin arttırılmış yetkileriyle de sınırlandırılmalıdır. bu bağlamda, 1921 anayasasının adem-i merkeziyetçilik yaklaşımı benimsenebilir.

başkana kararname çıkarma yetkisi verilebilir. yürütmenin her zaman düzenleyici işlem yapma ihtiyacı vardır. bu toplumsal ihtiyaçların belirli bir hızda karşılanması açısından gerekli de olabilir. kararnameler yasalar ile çatışmamalı, yasa gücünde olmamalı, özellikle temel hakları sınırlayamamalıdır. kararnamelerin bu sınırlar içinde kalmasının güvencesi yargısal denetimdir. bu nedenle meclisteki tüm partilerin, hatta tüm milletvekillerinin bu kararnameleri anayasa mahkemesi'ne götürebilmesi gerekir. anayasa mahkemesi'ne başvuru yetkisini sadece meclis çoğunluğuna vermek, kararnamelerin anayasallık denetimini imkansızlaştırır. bu da kararnameler ile meclisin tamamen baypas edilmesine ve ülkenin başkanlık kararnameleriyle yönetilmesine yol açabilir.

yargı bağımsızlığı hayati

hangi hükümet modeli tercih edilirse edilsin, yargı bağımsızlığı hayatidir. yargı tüm toplumsal farklılıklara açık olmalıdır. yargı görevinin yerine getirilmesinde yargıcın bağımsızlığı esastır. ancak yargının tek kurumsal veya toplumsal kaynaktan beslenmesi, bağımsızlığını ve tarafsızlığını tehlikeye atabilir. bu nedenle özellikle yüksek yargı kurumlarının nasıl atandığı ve hangi kaynaklardan seçildiği hayati öneme haizdir. yüksek yargı kurumlarının en az yarısının, yüksek yargıçlık şartlarını yerine getirenler arasından meclis eliyle seçilebilmesi gerekir. meclisin bu seçiminde siyasal çoğulculuğu garanti edecek bir seçim usulünün benimsenmesi zorunludur. yargıç seçiminde nitelikli çoğunluk aranmazsa, yüksek yargıda çoğulculuk eksik kalır. bu da yargının tarafsızlığını zedeler. başkan da aynı niteliklere sahip kişiler arasından yüksek yargıya atama yapabilir. ancak bu atamalar meclisin onayından geçmelidir.

bugünkü işlevlerinin yanı sıra, başkan ile diğer anayasal organlar ve yerel yönetimler arasındaki uyuşmazlıkları da çözme yetkisiyle donatılmış bir anayasa mahkemesi, başkanlık sisteminin dengeli bir şekilde işleyebilmesi için zorunludur.

nihayetinde sistem bir bütün olarak katılımcılığa dayanmalı, yerelden başlayarak merkeze doğru tüm farklılıkların sistemde temsil edilmesine imkan sağlamalıdır. sistemin dengesi, ancak toplumsal dengenin yansıtılmasıyla mümkündür. sadece kurumları birbirine karşı konumlandırmakla denge ve denetim sağlanmaz. zira tek bir görüşün tüm kurumlara hakim olması, hukuki olmasa da fiili olarak erkler ayrılığı ilkesini anlamsızlaştırabilir, denge ve denetim mekanizmalarını boşa çıkarabilir.

osman can, anayasa mahkemesi eski raportörü, 25. dönem ak parti istanbul milletvekili, yazar ve akademisyen. 1992 yılında ankara üniversitesi hukuk fakültesi'nden mezun oldu. yüksek lisans ve doktora eğitimini almanya'da köln üniversitesi hukuk fakültesi'nde tamamladı. 2006'da “demokratikleşme serüveninde anayasa ve siyasi partilerin kapatılması” adlı çalışmasının ardından anayasa hukuku doçenti unvanını aldı. çeşitli üniversitelerde anayasa hukuku, devlet teorileri, anayasa yargısı, temel hak ve özgürlükler dersleri verdi. halen marmara üniversitesi hukuk fakültesi'nde anayasa hukuku öğretim üyesi olarak görev yapıyor. 2002’de türk-alman kamu hukukçuları forumu'nu oluşturan ve halen türkiye koordinatörlüğünü yürüten can, avrupa konseyi’nin anayasal konulardaki danışma organı olan venedik komisyonu'nun da üyesi ve bilimsel kurul başkan yardımcısı.

twitter'dan takip edin: @cananayasa

bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Osman Can

anayasa mahkemesi eski raportörü, 25. dönem ak parti istanbul milletvekili, yazar ve akademisyen. 1992 yılında ankara üniversitesi hukuk fakültesi'nden mezun oldu. yüksek lisans ve doktora eğitimini almanya'da köln üniversitesi hukuk fakültesi'nde tamamladı. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;