Görüş
Lozan sonrası yeni dönemde Türkiye-İran ilişkileri
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İran gezisi, doğru zamanda gerçekleşiyor. Bölgesel barış ve güvenlik ile karşılıklı ekonomik çıkarlar açısından Türkiye-İran ilişkileri hayatidir. İki ülke, İşbirliği alanlarını genişletmek suretiyle çatışma konularını aşmanın yollarını aramalıdır.
hayatın bir karması var mıdır bilemeyiz ama öyle anlaşılıyor ki siyasetin bir karması var. modern türkiye cumhuriyeti’nin kuruluşunda büyük öneme sahip isviçre’nin lozan şehri, 2 nisan 2015 tarihinde bu kez komşu ülke iran için anlamlı bir gelişmeye ev sahipliği yaptı. iran ile birleşmiş milletler güvenlik konseyi’nin (bmgk) 5 daimi üyesi ve almanya (p5+1) arasında, iran’ın nükleer programı ile ilgili aylardır süren diplomatik görüşmeler nihayet bir sonuca ulaştı. taraflar, ortak kapsamlı eylem planı (okep) oluşturdu.
nihai şeklinin 30 haziran 2015’te imzalanacağı ilan edilen bu birincil anlaşma, iran’ın uluslararası toplum ile ilişkileri kadar ortadoğu ülkeleri ile ilişkilerini de etkileyecek. anlaşmasının, türkiye açısından ayrıca özel bir önemi var: mayıs 2010’da türkiye, brezilya ile birlikte iran’da zenginleştirilen 1200 kg. uranyumun kendi topraklarına getirilmesini de içeren üçlü bir anlaşmaya öncülük ederek iran’ın nükleer programı ile ilgili önemli bir adım atılmasını sağladı.
ne var ki türkiye-brezilya-iran üçlü anlaşması, bm nezdinde kabul görmedi ve haziran 2010’da bmgk’da iran’a yeni yaptırımlar uygulanması kararının alınmasıyla sekteye uğradı. o dönem geçici üye sıfatıyla bmgk üyesi olan türkiye ise yapılan oylamada ret oyu kullanıp başta abd olmak üzere birçok ülkenin eleştirdiği bir politika uygulamayı tercih etti. ankara bu tavrıyla, tahran’ın barışçıl nükleer faaliyet yürütme hakkını temel alan stratejisini sürdürdü.
dolayısıyla abd dışişleri bakanı john kerry’nin 2 nisan akşamı anlaşmaya varıldığını ilan eden konuşmasında, desteklerinden ötürü teşekkür etmek suretiyle türkiye’nin bu anlaşma sürecinin inşasındaki katkılarının büyük olduğunu hatırlatması gayet anlamlıdır.
işte tam da böyle bir dönemde cumhurbaşkanı recep tayyip erdoğan’ın 7 nisan’daki iran seyahati, iki ülke ilişkilerinin geleceğinin yeniden şekillendiği bir zamana denk gelmesi açısından dikkate değer. ne var ki ikili ilişkiler açısından, birtakım fırsatlar bulunmakla birlikte önemli ayrışmalar da mevzubahis.
türkiye-iran ilişkilerinde kırılma noktaları: suriye ve yemen
2003-irak savaşı sonrası dönemde türkiye, bölgedeki bu mühim gelişmenin etkisiyle ortadoğu ülkeleriyle yakın ama dengeli bir siyaset sürdürmeye çalıştı ve büyük oranda başarı sağladı. fakat 2010 yılı sonunda bölgede baş gösteren arap baharı süreci, tüm dengeleri bozdu. bu durum, türkiye’nin iran ile ilişkilerini doğrudan etkileyen bir hususa dönüştü; iki ülke özellikle suriye konusunda tamamen ayrıştı.
türkiye-iran ilişkilerinin 2011'den itibaren geriye giden seyri, bir anlamda türkiye ve körfez işbirliği konseyi (kik) üyesi devletler arasındaki ilişkilerin lehine gelişti. başta suudi arabistan olmak üzere basra körfezi’ndeki arap ülkeleri için iran’ın bölgedeki nüfuzunu kırmak adına arap baharı sürecinde türkiye ile yakın ilişki kurmak, stratejik bir tercihti. özellikle suudi arabistan ve katar, suriye’nin iran’ın etki alanından çıkmasının yolu olarak beşşar esed rejimi aleyhindeki muhalif grupları desteklediler ve bu noktada türkiye ile işbirliği yapmayı uygun gördüler.
bugün gelinen aşama itibarıyla, suriye konusunda hemen hemen her ülkenin yanılgıya düştüğü ve durumun giderek derinleşen bir güvenlik sorunu yarattığı görülüyor. esed ne türkiye’nin öngördüğü gibi kısa sürede iktidardan düştü ne de iran’ın öngördüğü gibi ülkede otoritesini tekrardan mutlak hale getirdi. özetle türkiye ve iran’ın suriye politikalarının gözden geçirilmesi, bölgesel güvenlik açısından bir zorunluluk teşkil ediyor.
ankara, söylem düzeyinde henüz suriye politikasında bir revizyon yapacağının sinyalini vermiyor. lakin türkiye’nin parçası olduğu uluslararası toplum nezdinde esed ile diplomatik görüşmelerin yapılması gerektiğine dair söylemler tekrar belirmeye başladığından, orta vadede türkiye’nin politikasını değiştirmek durumunda kalacağı öngörülebilir. zira mevcut haliyle suriye politikasının sürdürülebilirliği yok. üstelik iç siyasette kürtlerle barış süreci sürdürülürken, suriye’nin güvenlik konusunda adeta bir kara deliğe dönüşmesi, ulusal güvenlik açısından büyük bir zafiyet yaratıyor. bu yüzden cumhurbaşkanı erdoğan’ın iran gezisinin ana gündem konularından biri suriye olacak ve iki ülke, aralarındaki derin farklılıkları ortadan kaldıracak ilk adımları atacaktır.
yemen’deki iç savaşa istinaden suudi arabistan öncülüğündeki basra körfezi ülkelerinin yemen’e askeri müdahalesinin ardından ortaya çıkan tablo ve türkiye’nin burada aldığı pozisyon ise tamamen bölgesel güç dengesi ile alakalı bir husus. belirtmekte fayda var: nato’nun 2004 istanbul zirvesi’nde nato ve kik arasında istanbul inisiyatifi adı verilen bir stratejik diyalog başlamış, nato üyesi olması sebebiyle türkiye de bu sürece katılmıştı. türkiye, 2008’den itibaren kik’in stratejik ortağıdır.
iran’ın yemen üzerinde giderek artan nüfuzu, ortadoğu’daki güç dengesinin aleyhine bir durum arz ettiğinden kik, bu gidişata müdahale ihtiyacı hisseti ki washington da buna istihbarat desteği verdi. türkiye’nin yemen meselesinde suudi arabistan öncülüğünde yapılan müdahaleye siyasi destek vermesindeki amaç, bölgede iran lehine gelişen güç asimetrisi karşısında denge politikası gütmektir. bununla beraber iran açısından yemen, irak ve suriye ile karşılaştırıldığında birincil öncelikte bir konu değildir. dolayısıyla iran’ın, yemen sürecinde geri adım atması muhtemeldir. bu sebeple de yemen, türkiye-iran ilişkileri açısından dönemsel bir gerilim sebebi olmakla kalacaktır.
yaptırımların kalkmasıyla oluşacak ‘yeni iran ekonomisi’ ve türkiye
kimi çevrelerde dile getirildiğinin aksine, iran ile varılan nükleer anlaşmadan memnuniyet duyan ülkelerin başında türkiye yer alıyor. anlaşma ile sağlanan uzlaşmanın, bölgenin barış ve güvenliğine yapacağı katkının farkında olan ankara, tahran’ın yeni ekonomisinde kendisiyle ilgili yeni fırsatların doğacağına inanıyor. bm, abd ve avrupa birliği (ab) tarafından iran’a uygulanan ekonomik yaptırımlar dolayısıyla türkiye, iran ile geliştirdiği altın alışverişi sayesinde belli oranlarda bu durumdan avantaj sağladı. ama yaptırımların keskin boyutlarından ötürü iran ile istenilen ekonomik ilişkileri bir türlü tesis edemedi. iki ülkenin ticaret hacmi, 30 milyar dolara çıkarılması hedeflenmesine rağmen, 15 milyar dolar seviyesinde kaldı.
eğer 30 haziran 2015 itibariyle iran ve p5+1 ülkeleri ilan edilen anlaşmayı gerçekleştirirlerse, önce bm, sonrasında abd ve ab nezdindeki yaptırımlar aşamalı olarak kalkacak. böylelikle iran ile temel banka işlemlerinin bile yapılamadığı şu anki süreçten serbest para akışının sağlanabildiği, dolayısıyla liberal ekonominin gerektirdiği koşulların oluştuğu ilişkiler kurulabilecek.
bu bağlamda ilk toplantısı, iran cumhurbaşkanı hasan ruhani’nin 9 haziran 2014´teki ankara ziyareti kapsamında gerçekleşen türkiye-iran yüksek düzeyli stratejik işbirliği konseyi önemli bir platform. cumhurbaşkanı erdoğan’ın tahran ziyaretinde, türkiye-iran yüksek düzeyli stratejik işbirliği konseyi'nin ikincisi gerçekleştirilecek ve yaptırımların kalkmasıyla doğacak ticaret ve yatırım olanakları değerlendirilecektir.
bununla beraber türkiye’nin iran ekonomisi ile ilgili temkinli olmasında fayda vardır. şöyle ki; uzun yıllar yaptırımlar altında yaşayan bir ülke olmasına bağlı olarak iran, kapalı ve devlet kontrolünde şekillenmiş bir ekonomik yapıya sahip. iran’ın serbest piyasa ekonomisine geçişinin sanıldığı kadar kolay olmama olasılığı önemli bir sorun.
iran'da ekonomi büyük oranda vakıfların (bonyadlar) tekelinde. cumhurbaşkanı haşimi rafsancani’nin yönetiminde geçen 1990’larda, ekonomiyi canlandırma politikası benimsenirken vakıflar temel araçlardan biri haline geldi. yıllar içinde giderek ülke ekonomisini tekeline alan vakıfların gücü, yaptırımların etkisiyle perçinlendi. özetle, dışarıdan yatırımcının ülkeye girişi düşünüldüğü kadar kolay değil.
bunun sembolik örneklerinden biri, henüz ülkenin bu derece ağır ekonomik yaptırımlara tabii olmadığı 2004 yılında tahran havaalanı inşası için türk şirketi tav’ın talip olması ancak ülkede buna karşı güçlü bir direnç ortaya çıkmasıdır. nitekim havaalanı inşasını islam devrimi muhafızları örgütü’ne bağlı vakıf üstlenmişti. diğer örnek bir olay da 2005’teki gsm şebekesi ihalesi ile ilgilidir. türk şirketi turkcell’in iran’da gsm operatörü olmak istemesi kabul görmemiş, onun yerine devrim muhafızları’na bağlı kurum lisans almıştı.
iran’ın ekonomik yaptırımlardan kurtulmasına bağlı olarak oluşacak yeni ekonomide türk yatırımcılar için ortaya çıkabilecek önemli bir sorun da küresel ölçekte firmaların ülkeye girecek olmasıdır. türk yatırımcıların özellikle batılı şirketlerle rekabeti, zorlu geçebilir. bu sebeple türk müteşebbislerin bir an önce rekabete hazırlanmaları ve oluşacak yeni pazarda söz sahibi olabilmek için gerekli atılımlara şimdiden girişmeleri şart.
tüm bunlar etrafında cumhurbaşkanı erdoğan’ın iran gezisinin doğru bir zamanda yapıldığını söylemek mümkün. bölgesel barış ve güvenlik ile karşılıklı ekonomik çıkarlar açısından türkiye-iran ilişkileri hayatidir. iki ülkenin çatışma konuları, ortak menfaatlerini gölgelememelidir. işbirliği alanlarını genişletmek suretiyle çatışma konularını aşmanın yolları aranmalıdır.
yrd. doç. dr. bilgehan alagöz, marmara üniversitesi ortadoğu araştırmaları enstitüsü öğretim üyesi. istanbul üniversitesi siyasal bilgiler fakültesi uluslararası ilişkiler bölümü'nden mezun oldu. yüksek lisans ve doktora eğitimini marmara üniversitesi ortadoğu araştırmaları enstitüsü’nde tamamladı. doktora tez konusu, “iran islam cumhuriyeti dış politikasında etkili bir unsur olarak güvenlikleştirme siyaseti: 2003 irak savaşı sonrası iran’ın basra körfezi politikası”dır.
twitter'dan takip edin: @balagoz
bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve al jazeera'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorumlar