Görüş
En genelinden bir yerel seçim
Türkiye'de son dönemde yaşanan gelişmelerin seçim sonuçlarına doğrudan yansıması sadece tüm koşulları değiştirecek büyüklükte bir ekonomik kriz, dış ilişkilerde değişim ve hatta gündemi sarsacak türden kasetlerin çıkması ile mümkün olabilir.
bugünlerde türkiye'ye gelen yabancı bir siyasal gözlemciyi, 30 mart'ta seçmenlerin sadece yerel yöneticilerini seçmek üzere sandığa gideceklerine inandırmak hiç de kolay olmaz. zira bırakınız yerel seçimleri, pek çok batı ülkesinde genel seçimlerde bile böylesine hararetli, ateşli ve saldırgan bir kampanya dönemine tanık olunmaz. üstelik henüz kampanyaların en ateşli dönemine girilmedi bile.
lafı fazla uzatmaya gerek yok. adı yerel de olsa, en kallavisinden bir genel seçim kampanyası yaşıyor türkiye.
iktidar partisinden söze girilecek olursa, akp'nin kampanyası tek kişi üzerinden yürüyor. bu kampanyada belediye başkan adayının kim olduğunun pek önemi yok. parti açısından da yok, seçmen açısından da yok... başbakan recep tayyip erdoğan'ın konuşmalarında da, yerel hizmetlere, projelere sadece ucundan kıyısından ve de, deyim yerindeyse, 'ayıp olmasın' diye değiniliyor. chp ve mhp'ye yöneltilen genel saldırıların dışında iki ana tema öne çıkıyor: yolsuzluk iddialarını geri püskürtmek ve yaygınlaşan deyimle 'paralel yapıyı' kötülük ve yanlışlıkların baş suçlusu olarak ilan etmek.
siyasi kutuplaşma
türkiye'nin içinde bulunduğu şiddetli kutuplaşma-kamplaşma ortamında, seçmenin büyük çoğunluğu ise 'öteki kamptan' gelen mesajlara kulaklarını tıkamış durumda. kendi televizyonunun haberlerini izliyor, kendi gazetelerini okuyor; sadece kendi liderinin, kendi tarafının mesajlarını duyuyor.
kampların kesin çizgilerle ayrıldığı böyle bir ortamda, seçmenin rasyonel değerlendirmeler yapıp, bu değerlendirmelere dayalı tercihlerde bulunacağını düşünmek fazla gerçekçi olmaz.
örneğin önümüzdeki seçimlerde oyları etkileyeceği düşünülen temel konular nelerdir?
yolsuzluk, rüşvet gibi meseleler mi? bir defa, türk seçmeninin yolsuzluğa fazla duyarlı bir yapısı olduğu söylenemez. daha doğrusu, türk seçmeni karşı tarafın yolsuzluğunu dert edinir, kendi tarafınınkini ise ya görmezden gelir ya da "ama canım iş de yapıyorlar" türü bahanelerle mazur görür. bugün de, akp'ye oy verecek olan kitle ya bu yolsuzluk iddialarına hiç inanmıyor ve bunların sadece iktidara yönelik bir komplo olduğunu düşünüyor ya da "ama canım bu kadar iş yaptılar" diyor. bu kesimin önemli bir kısmı da zaten iddiaları hiç duymuyor bile. onlar yalnızca başbakanın ve hükümet yanlısı medyanın iddialara verdikleri cevaplardan haberdar.
peki, yargı bağımsızlığı, özgürlükler, internet yasası türü demokrasinin kalitesine ve hukuk devletine ilişkin konular mı? bunların, taraflı seçmen üzerindeki etkisinin de sınırlı kalacağını söylenebilir. zaten genel kitlenin bu konulardaki bilgi düzeyini biliyoruz. gene sokağa çıkılıp vatandaşa "hsyk nedir" diye sorulsa nasıl cevaplar alınır acaba?
demek oluyor ki seçmen çoğunluğu (kuşkusuz tamamı değil, ama büyük çoğunluğu) 30 mart'ta lider ve parti bağlarına, inançlarına, yaşam tarzı tercihlerine göre oy verecektir. yani, aslında bütün dünyada olduğu gibi, seçmen tercihinde esas olarak duygusal faktörler ön plana çıkacaktır. bu yüzden de, sözgelimi izmir karşıyaka'da ya da istanbul beşiktaş'ta seçimi kimin kazanacağı belli olduğu gibi, istanbul ümraniye'de veya ankara pursaklar'da da bu konuda fazla kafa yormaya gerek yok.
'bağlantısız' seçmeler
ancak bu söylenenlerde, her şey zaten şimdiden belli ve kimsenin kendisini fazla üzmesine de gerek yok gibi bir sonuç da çıkarmamak gerekir. bir defa, oranını kesinlikle bilmek mümkün olmasa da, henüz hiçbir tarafa tam angaje olmamış, gelişmelerden ve kampanyalardan etkilenebilecek bir seçmen grubunun mevcut olduğu da bir gerçek. bu grubun büyüklüğü, kimi analistlere göre yüzde 10 civarında, kimilerine göre ise yüzde 20'ye kadar çıkabiliyor. öyleyse, partilerin ilk hedef kitlesi, bu ortadaki seçmen. hiçbir parti, bu grubun tamamını alamaz, ancak iyi bir çalışma ve doğru mesajlarla çoğunluğunu alabilir. bu da, pek çok yerde seçimin sonucunun değişmesi anlamına gelir.
ekonomiden, yolsuzluk haberlerinden, anti-demokratik yasa ve uygulamalardan oy tercihi anlamında en çok etkilenecek grup bu 'bağlantısız' seçmenler. böyle bakınca, muhalefet partilerinin en fazla üzerinde çalışması gereken seçmen grubunun hangisi olduğu kolayca görülüyor. tabii kendi doğal ve kemikleşmiş seçmenlerini de kaybetmemek şartıyla.
kabaca bir hesap yapılacak olursa: kabul edelim ki, oy kullanacak seçmenlerin en az yüzde 80'inin tercihleri bugünden bellidir. bu seçmenler arasında oyların üç aşağı beş yukarı son genel seçimlere benzer biçimde dağılacağını varsayılırsa, akp'nin bu kitleden alacağı oy yüzde 40 (yüzde 80'in yüzde 50'si), chp'nin alacağı oy ise yüzde 20 (yüzde 80'in yüzde 25'i) dolayında olacaktır. ancak chp, kemikleşmiş kitlenin dışında kalan ve ekonomik, siyasal, sosyal gelişmelere göre oyunun rengini belirleyeceği varsayılan yüzde 20'lik seçmenin yarısını ikna edebildiği takdirde (ki bunun hiç de kolay olmayacaktır) oy oranını yüzde 30'a çıkarabilir. hele bir de sandık başına gitmeyenlerden birkaç puan toplayabilirse (ki bu da fevkalade güçtür) üçte bir oy oranına yaklaşabilir. mümkün mü? mümkün tabii, ancak çok da muhtemel değil.
mhp'nin denklemi ise biraz daha karmaşık. onların kendi tabanlarını kaybetmeksizin (örneğin ankara'da mansur yavaş mhp'den önemli oranda oy götürebilir) mutsuz akp seçmeni ile yüzde 20 dolayında olduğunu söylediğimiz bağlantısız seçmenin diyelim beşte bir kadarını ikna etmeleri gerekiyor. bunu başarabilirlerse, oylarını da, kazandıkları belediyelerin sayısını da arttırabilirler. tabii bu da söylendiği kadar kolay olmayacaktır ama imkansız da değil.
bütün bu analizlerin geçerliliği ise ceteris paribus koşuluna bağlı. yani diğer tüm şartların aynı kalması koşuluna... yoksa ekonomik bir kriz veya dış ilişkilerde önemli bir değişim ve hatta gündemi sarsacak türden yeni kasetler yeni bir durum değerlendirmesini zorunlu kılar.
yılmaz esmer, bahçeşehir üniversitesi eski rektörü, aynı üniversitede siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler bölümü öğretim üyesi. lisans eğitimini abd'de yale üniversitesi tamamladı, yüksek lisans ve doktora derecesine stanford üniversitesi'nde hak kazandı. karşılaştırmalı değer analizleri, kültürlerarası araştırmalar, sosyal bilimlerde metodoloji ve niceliksel uygulamalar, insani gelişim, sosyal değişim ve modernleşme alanlarında çalışmalar yapıyor.
bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera'nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorumlar