Görüş

İslam'da yönetim biçimi ve hilafet

İslam belirli bir yönetim biçimi ortaya koymamıştır. Günümüzde, ismi ne olursa olsun, insanları hunharca katleden, yakan, boğazlayan, tecavüz eden veya köle yapan herhangi bir yapının hilafet iddiasının hiçbir dinî-inançsal temeli yoktur.

Konular: IŞİD, Ortadoğu
IŞİD 2014'ün Haziran ayında halifelik ilan ettiğini duyurdu, ardından da lideri Ebubekir Bağdadi'ye ait olduğu öne sürülen bir görüntü yayınladı. [Fotoğraf: AA]

sadece iki yılda irak ve suriye'de yaptıklarıyla bütün dünyanın gündemine giren işid, 2014 yılında ilan ettiği hilafetle, ülkemizde ve islam dünyasında büyük tartışmalara sebep oluyor. aslında tamamen tarihsel şartların gereği olarak kurulmuş bir yönetim biçimi olan hilafet, islam dünyasında “zamanı donduran” arkaik anlayışlar nedeniyle kutsallaşmış görünüyor. irak şam islam devleti (işid) de yayınlarında hilafetin islam’ın temel şartlarından biri olduğunu ve bu şartın kendileri tarafından yerine getirildiğini iddia ederken, müslümanları hilafet bayrağı altında cihada davet etmektedir. islam dünyası olarak şu soruları kendimize sormamız gerekiyor: hilafet islam’ın “kutsal” yönetim biçimi midir? şayet hilafetin kutsallığı yoksa islâm’ın bir yönetim biçimi var mıdır?

aslında tamamen tarihsel şartların gereği olarak kurulmuş bir yönetim biçimi olan hilafet, islam dünyasında 'zamanı donduran' arkaik anlayışlar nedeniyle kutsallaşmış görünüyor.

by Cengiz Tomar

islam'ın yönetim biçimi hilafet mi?

bilindiği üzere halife kelimesi “arkadan gelen” demektir. siyasi bir terim olarak ise “devlet başkanı” manasına gelir ve hz. peygamber’in ardından gelen idareciler için kullanılmıştır. siyasi manada “halife” kavramı islam’ın temel kaynakları olan kur'an-ı kerim ve sahih hadislerde geçmemektedir. hz. peygamber de hayatta olduğu dönemde ve önemli prensipler ortaya koyduğu veda hutbesinde böyle bir kavramdan bahsetmemiştir. sadece hastalandığında ilk müslümanlardan ve en yakın dostu hz. ebubekir’i namazı kıldırması için imam tayin etmiştir. bu nedenle islam’ın herhangi bir yönetim biçimi yerine prensipler ortaya koyduğu ve yönetim şeklini, zamanın ruhuna uygun olarak değişebilen bir biçimde, insanlara bıraktığı anlaşılmaktadır. zaten islâm’ı evrensel yapan değerlerden biri de budur.

bununla birlikte hz. peygamber’in uygulamasında islam siyaset teorisinin temel ilkelerini görmek mümkündür. hz. peygamber tayin ettiği valilerine şu üç şeyi tavsiye etmekteydi:

“allahtan korkunuz, herkese (sadece müslümanlara değil) karşı adil olunuz. emaneti ehline (layık olana) veriniz”.

bunu “erdem, adalet ve liyakat (meritokrasi)” olarak formüle edebiliriz. işte islam siyaset teorisinin temel ilkeleri bunlardır. halife kavramı siyasi olarak sonradan ortaya çıktığı gibi teoride dini bir otoritesi yoktu ve sadece dünyevi otoriteyi temsil etmekteydi. halifeler daha sonra pratikte dini yetkiler de kullanmış ve bu pratik islami literatüre girmiştir.

şüphesiz hz.peygamber hayatta iken özellikle medine döneminde peygamber olarak dini, devlet başkanı olarak ise siyasi otoriteyi temsil etmekteydi. peygamber'in vefatıyla dini yetki sona ermiş (din tamamlanmış) ve devlet yönetimi (devlet başkanlığı) ise bir ihtiyaç olarak kalmıştı. kur'an-ı kerim'de devlet başkanının yetki ve usûlleri hakkında bir bilgi de yoktur ve ilkeler hz. peygamber’in uygulamalarından çıkarılmıştır. zira islam dünyasında devlet idaresi ile ilgili ilk eserler ancak 11. yüzyıldan itibaren ortaya çıkmıştır. nitekim ilk halifeler verdikleri hutbelerde şayet doğru yolda giderlerse kendilerine itaat edilmesini, yanlış yaptıklarında ise tashih edilmelerini istemişlerdir.

islam’ın ortaya çıktığı dönemde krallık ve imparatorluklar (hanedan, saltanat) ile kabile reisleri dışında herhangi bir siyasi yöntem yoktu. buna rağmen ilk dört halifenin seçimiyle ilgili istişareler (danışma) ve toplumun onayının alınması (biat) zamana göre oldukça ileri örneklerdir. islam dini, devlet işleyişinin nasıl olacağını belirlememiş, ahlâk, erdem, adalet, meritokrasi, hesap verilebilirlik, şeffaflık ve danışma (istişare) gibi mekanizmalar kurmuştur. zamanın değişimlerinin yeni ihtiyaçlar doğurduğunu fark eden hz. ömer valilerinden mal beyanı alarak, görev süreleri bittiğinde, şayet idareciler açıklanamayan bir biçimde zenginleşmişse mallarına devlet adına el koyma (müsadere) yoluna gitmiştir. 

IŞİD'in eylemleri dinen meşru değil [GÖRÜŞ]

devlet başkanı seçiminde bir nevi “senato” gibi çalışan üst kurulun kararlarının, halkın biatı alınarak yaygınlaşması amaçlanmıştır. zorla işbaşına gelen ve halkın itaatini sağlayan devlet başkanları da allah’ın hükümlerini açıkça çiğnemedikçe, toplum düzenini sağlamak maksadıyla, kabul görmüşlerdir. teorik olarak devlet başkanları allah’ın yeryüzündeki gölgesi değildir. islam’la çelişen mutlak bir yetkiye sahip de değildir. maalesef halifelerin yaptığı bazı uygulamalar zaman içerisinde kutsallaştırılmıştır.

tarihsel süreçte hilafet

tarihsel sürece baktığımızda hz. peygamber’in vefatından önce siyasi bir vekil bırakmadığını görmekteyiz. nitekim hz. peygamber’in naaşı defnedilmeden medinelilerin (ensar) kendi kabile reislerini devlet başkanı seçmek üzere toplanmaları dahi islam’da vazedilmiş bir yönetim biçimi olmadığının açık bir göstergesidir. bu toplantıya sonradan katılan hz. ebubekir ve hz. ömer (mekkeliler, muhacirler), mensup oldukları kureyş kabilesinin diğer kabilelerden güç bakımından daha üstün olmasını (asabiye) delil göstererek hz. ebubekir’e biat edilmesini sağladılar. sonra da medine halkından onay alındı. buradaki tartışma bile islam’ın bir yönetim biçimi ortaya koymadığını açıklamaktadır. zira kur’an-ı kerim ve sünneti (hz. peygamber’in uygulamaları) en iyi şekilde bilen sahabenin bu konuda bir fikrinin olmadığı ortaya çıkmaktadır.

aslında sonradan ortaya çıkan halifenin hz. peygamber’in kabilesi kureyş’ten olmasının gerekliliği fikri de tamamen ilk dönemde kureyş kabilesinin diğer kabileler üzerinde otorite sağlayabilecek “kurucu güce" sahip olmasıyla alakalıdır ve bunun dinle hiçbir ilgisi yoktur. halifenin, kureyş kabilesinden olmasının gerektiği fikri bugün dahi bazı gruplar tarafından kabul edilmektedir. nitekim işid’in halifeleri adlarına hâşimi (kureyşî) nisbesi ekleyerek kendilerini bu kabileye bağlamak zorunda hissetmekte ve bu tarihî kavramı kutsallaştırarak siyasi amaçlar uğruna kullanmaktadır. 

islam dini, devlet işleyişinin nasıl olacağını belirlememiş, ahlâk, erdem, adalet, meritokrasi, hesap verilebilirlik, şeffaflık ve danışma (istişare) gibi mekanizmalar kurmuştur. 

by Cengiz Tomar

hilafetin emevilerle birlikte saltanata dönüşmesi ise dönemin şartları icabınca kaçınılmaz bir tarihsel gerçekti. nitekim emevîlere alternatif olarak ortaya çıkan şia’da da masumiyete sahip imamlar (liderler) istişare yerine hep hz. ali’nin çocukları ve torunlarının neslinden gelenler tarafından temsil edilmiştir. zira müslümanlar çok kısa sürede eski dünya’nın büyük kısmını fethettiklerinde karşılaştıkları tek bir gerçek vardı o da, hanedanlardı. bu nedenle ilk dört halife döneminde (632-661) medine ileri gelenlerinin istişaresine ve şehir halkının biatına dayalı sistemin, islam devleti’nin, tamamen hanedanlardan oluşan, endülüs’ten türkistan’a kadar uzandığı geniş coğrafyada pratik olarak yaşama şansı yoktu ve yaşamadı da. bu, dönemin şartları içerisinde tarihsel bir zorunluluktu. nitekim peygamber'in halifesi yerine halifetullah yani allah’ın halifesi ûnvanını kullanan muaviye, oğlu yezid’i veliaht tayin ederek hilafeti saltanata dönüştürmüş ve 1924’e kadar gelecek olan süreci başlatmıştır.

bir örnek vermek gerekirse, modern öncesi dönemde dünya ve islam tarihinde hanedana dayanmayan tek devlet olan memlükler’de (1250-1517), 24 büyük memlük emirinden (general) her biri potansiyel olarak sultan adayı olduğundan, bu dönemde sultan değişiklikleri çok kanlı olmuş ve her defasında başkent kahire yakılıp yıkılmıştır. dönemin şartlarında hanedan aranır hâle gelmiştir.

hilafetin islami bir gereklilik olmadığı, tarihte aynı anda iki veya üç halifenin (abbasiler, endülüs emevileri, fatımiler) ortaya çıkmasından da anlaşılmaktadır. büveyhiler, selçuklular ve memlükler döneminde olduğu gibi dünyevi otoriteyi temsil eden sultanın yanında sadece dinî otoriteyi temsil ettiği iddia edilen, ama aslında hiçbir güçleri olmayıp, sultanlar tarafından siyasi amaçları uğrunda kullanılan halifeler de olmuştur.

nihayet 1517’de memlükleri yıkan osmanlılar hilafet ve sultanlığı tekrar kendi şahsiyetlerinde birleştirdiler. ancak osmanlılar devletin zayıfladığı 19. yüzyıla kadar halife ûnvanına çok fazla vurgu yapmamışlardır. devletin zayıflaması yani tarihi zaruretler ii. abdülhamid’i halife ûnvanına vurgu yapmak zorunda bırakmıştır. sultan abdülhamid imparatorluğun giderek küçülen coğrafyasında siyasi manevra alanını genişletmek, bu kıskacın baş aktörleri olan ingiltere, fransa ve rusya hâkimiyetindeki müslümanları bu ülkelere karşı bir koz olarak kullanmak amacıyla, ittihad-ı islam (panislamizm) ve hilafet mefhumlarını, önceki dönemlerle mukayese edilmeyecek kadar öne çıkarmış etkin bir politik enstrümana dönüştürmüştür. keza uzakdoğu’da ve afrika’da bu dönemde hilafet kavramı etrafında ciddi bir siyasi propaganda ve imaj yönetimi yapılmış olması da bu bağlamda değerlendirilmelidir.

sonuç olarak islam belirli (normatif) bir yönetim biçimi ortaya koymamıştır. zamanın şartlarına uygun bir biçimde, hilafet, saltanat veya demokrasi, halkın belirlediği ve onayladığı, erdem, adalet ve liyakate dayalı herhangi bir sistemin, islam tarafından da makbul addedileceği anlaşılmaktadır. bu nedenle günümüzde, ismi ne olursa olsun, insanları hunharca katleden, yakan, boğazlayan, tecavüz eden veya köle yapan herhangi bir yapının hilafet iddiasının hiçbir dinî-inançsal temeli yoktur.

doç. dr. cengiz tomar, marmara üniversitesi ortadoğu araştırmaları enstitüsü ve fen edebiyat fakültesi tarih bölümü öğretim üyesi. 1992 yılında marmara üniversitesi fen edebiyat fakültesi tarih bölümü'nden mezun oldu. yüksek lisans ve doktorasını aynı okul ve bölümde tamamladı. ürdün ve edinburgh üniversitelerinde islam ve ortadoğu tarihi ile arapça eğitimi aldı. 2011-2014 yıllarında marmara üniversitesi ortadoğu araştırmaları enstitüsü'nde (ode) müdür yardımcısı ve siyasi tarih ve uluslararası ilişkiler anabilim dalı başkanı olarak görev yapan tomar'ın, arap coğrafyasının tarihi ve kültürü hakkında çok sayıda akademik makalesi bulunuyor.

twitter'dan takip edin: @cengiztomar

bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Cengiz Tomar

prof. dr. cengiz tomar, marmara üniversitesi ortadoğu araştırmaları enstitüsü (ode) ve fen edebiyat fakültesi tarih bölümü öğretim üyesi. 1992'de marmara üniversitesi fen edebiyat fakültesi tarih bölümü'nü bitirdi. yüksek lisans ve doktorasını aynı okul ve bölümde tamamladı. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;