Görüş

Kendi şehirlerini imha eden ülke

“Yok mu imha edilecek başka şehir” diye şehvetle bekleyen şehir şerirleri var oldukça, bunları himaye eden devletlûlar, şevketlûlar bulundukça şehir ve mimariniz ister “dikey” ister “yatay” olsun değişen hiçbir şey olmayacaktır!

Konular: Kentleşme, Türkiye
Yahya Düzenli: Moğol ve Haçlı sürülerinin istilâlarını aratmayacak bir imha, şehirlerimizde devam ediyor. [Fotoğraf: Güray Ervin / Al Jazeera Türk]

muhakkik mimar rahmetli turgut cansever’in “şehir nedir?” sorusuna verdiği muhteşem cevabı hatırlayalım: “şehir, ahlâkın, sanatın, felsefe ve dinî düşüncenin geliştiği ortam olarak, insanın bu dünyadaki vazifesini, en üst düzeyde varlığının anlamını tamamladığı ortamdır.” yâni şehir, insan olma sorumluluğunu yerine getirme mükellefiyetinin bir sonucudur. “ahiretin tarlası” hükmündeki dünya tasarımını insana yükleyen bir mükellefiyet…

şehir kurmak, yaşatmak ve tevarüs ettirmek ontolojik, var oluşun hikmetine dair bir sorumluluk… dün, bu mes’uliyeti taşıyorduk ve bu büyük mükellefiyeti yerine getiriyorduk. bugün böyle bir mes’uliyet taşımıyor, dahası böyle bir mükellefiyeti tanımıyoruz.

bu sorumluluğun, geçmişindeki muhteşem şehirlerine rağmen (üstad necip fazıl’ın deyimiyle) ‘tersine devlet ehramı’ şeklinde alt üst edildiği, baş aşağı çevrildiği bizden başka bir ülke var mıdır?

yoktur!

son 12 yıldır 'kentsel dönüşüm, marka şehirler, dünya kenti' adı altında bir tür çağdaşlaşma kompleksinin tezahürü şeklinde ortaya çıkan ve hızla yükselen beton nekropoller şehirlerimizi ifsat etmekten çok daha vahim bir 'şehir algısı' oluşturdu.

by Yahya Düzenli

nasıl bu kadar kesin ve emin konuşabiliyoruz?

erken cumhuriyet döneminde ideolojik devlet aygıtının tarih ve medeniyet katliamı olarak başlattığı köksüzleştirme ve imha harekâtına rağmen ayakta kalmak için çırpınan kadîm şehirlerimiz, bu harekâtın yerini müthiş bir gaflete terk etmesi neticesinde ‘şehir imarı’ gerekçesiyle daha büyük tahribata maruz kaldı. son 12 yıldır da “kentsel dönüşüm, marka şehirler, dünya kenti” adı altında bir tür çağdaşlaşma kompleksinin tezahürü şeklinde ortaya çıkan ve hızla yükselen beton nekropoller şehirlerimizi ifsat etmekten çok, daha vahim bir “şehir algısı” oluşturdu.

algı, gerçekten daha korkunç. imal edilen ve gerçeğin yerine ikame edilen algı o hâle getirildi ki; bu devasa yıkım projesi “normal ve standart” hâlinde bize sunulur oldu.

erken cumhuriyet dönemi terminatörlerinin yeryüzünden silmeye çalıştığı şehirlerimizle geç cumhuriyet döneminin uygulamaları arasında ne fark var? bir tarafta kendi medeniyetinin bin yıllardır istinat ettiği kendi medeniyet eksenini yok etme şehvetine yakalanan kadro; diğer tarafta “şehir ve medeniyet” diye bir endişesi olmayan, aksine medeniyet ekseninden gittikçe uzaklaşan, böylece de ‘ne yaptığının farkında olmayan’ bir anlayış…

bu noktada üstad necip fazıl ‘anahtar fikir’ başlığı altında yazdığı bir yazıda “cebimizde olduğu hâlde farkına varmadığımız, unuttuğumuz ve bilmediğimiz bir şeyi keşfetmek, başkalarının ceplerindeki şeyleri keşfetmekten çok daha zor. gelin de, cebinizdeki delikten astarın dikiş yerine kaynamış kasa anahtarını dışarda, istanbul’dan şimal ve cenup kutuplarına kadar her tarafta arayın! hem bulamayacak, hem de her aradıkça bir kat daha kaybetmiş olacaksınız” der ve “biz, her şeyimizi, her şeyimizi yeni baştan keşfetmek ve her şeyimizle yeni baştan keşfolunmak zorundayız!” ihtarını yapar.

bu ihtar şehirlerimizin bugünkü hâle gelmesinin niçin’ini ortaya koyuyor. ne acıdır ki, elindeki müthiş imkân ve fırsatlara rağmen hâlâ ‘şehir ve medeniyet’ nostalji ve hamasetiyle oyalanan bir zihniyet sayesinde ayağının altından kayıp giden şehir müktesebatımızın farkında bile olamıyor. bize onlardan sadece fotoğraf albümlerinden mülhem buruk bir hüzün kalıyor.

tıpkı yavrularını yiyen, yedikçe de iştahı artan bir mahlûk veya kendi bünyesini kemiren bir kurt gibi türkiye kendi şehirlerini imha ediyor. ihya adı verilen bu imha ediş süreci kendisine mazoşist bir zevk veriyor. gene üstad’ın müthiş tespitiyle “âlemde illetlerin en tehlikelisi, bir anda ve tepeden inme geleni değil, yavaş yavaş seyredeni, nokta nokta hırpalayanı, sinsi sinsi acıtanı ve derece derece alıştıranı… hâlimiz budur!

“neyi kaybettiğimiz”i hatırlayabilelim ki neyi yeniden keşfetmek zorunda olduğumuzu anlayabilelim.

bulunduğumuz tabutluklara derece derece öylesine alıştırıldık ki şehirde yaşadığımızı ve bunun istediğimiz hayat olduğunu zannediyoruz. oysa bizim olmayan, imal edilmiş bir hayatı sürdürüyoruz.

moğol ve haçlı sürülerinin istilâlarını aratmayacak bir imha şehirlerimizde devam ediyor. bu bir imha seferberliği… bu imhadan “dikeyden yatay yerleşime geçelim” temennisiyle kurtulmak mümkün değil.

şehirlerimizin bünyesi artık göğü delen bu beton silolarını taşıyamayacak hâle geldi. dikey tırmanış cinnetinde doyuma ulaşan bir şehir zihniyeti ifrazat şeklinde bu beton urlarını dışarı atabilecek mi? atsa bile bu enkazın altından sağ çıkamayacağız!

bulunduğumuz tabutluklara derece derece öylesine alıştırıldık ki şehirde yaşadığımızı ve bunun istediğimiz hayat olduğunu zannediyoruz. oysa bizim olmayan, imal edilmiş bir hayatı sürdürüyoruz.

by Yahya Düzenli

cumhurbaşkanı uluslararası bir otel zincirinin açılışında “aslında bizim tarihsel mimarimizde yatay mimari esastır” diye konuşuyor, yeni hükümetin programında da “dikey değil yatay mimari” ifadesi geçiyor. şehir kaosları dikeylikte artık kemale ulaşınca, şimdi de sihirli bir kurtarıcı kavram olarak, samimiyeti müphem bir “dikey değil yatay mimari” söylemi başladı. delfi kâhinlerinin kehanetleri gibi muğlak bir sihirli formül olarak “dikey değil yatay” miti oluşturmaya başlıyoruz. köklü bir temellendirme, ‘yaşanmaya değer’ bir şehir idraki olmayınca mekânları ister dikin isterseniz de yatırın hiçbir anlamı yok. tek fark dikile dikile yorulanın artık uyku vakti geldiği ve yatırılması gerektiğidir(!). anlaşılan şehirlerimiz bir süre de bu yeni kutsal kavramla ‘turistik’ bir biçimde yoluna devam edecek.

temennimiz, modern zamanların kıyamet alametleri gibi yükselen dikey nekropoller yerine bu kez de yatay nekropoller fecaati ile şehirlerimizin (zaten bozulmuş olan) kimyasının bir kez daha bozulmamasıdır.

iki dünya savaşı geçiren ve şehirlerini harabeye çeviren batı familyası kısa süre içinde genetik şehir stokunu harekete geçirip mekânlarını yeniden ihya ederken, biz, her iklimde zaman ve mekân şartları ne olursa olsun yeniden üretilme cevherini/çekirdeğini bünyesinde taşıyan şehir genetiğimizi imha ediyoruz.

bu şehir katliamlarına merkezi idare ruhsat veriyor, hatta hayranlık duyuyor, tepki vermesi gerekenler ise sadece seyrediyor.

çevre ve şehircilik bakanlığı, toki (toplu konut idaresi başkanlığı), belediyeler bu imhaya memur, hatta uygulamalarına bakılırsa mecburlar!

yok mu imha edilecek başka şehir” diye şehvetle bekleyen şehir şerirleri var oldukça, bunları himaye eden devletlûlar, şevketlûlar bulundukça şehir ve mimariniz ister “dikey” ister “yatay” olsun değişen hiçbir şey olmayacaktır!

cansever’in “insanın bu dünyadaki vazifesini, en üst düzeyde varlığının anlamını tamamladığı” şeklinde ifade ettiği ontolojik idrakin medeniyetin tecelli ettiği şehirlerini imha eden bir hâle dönüşmesi ne korkunç bir akıbet!

ve hâlâ böyle bir akıbete sürüklendiğimizin farkında değiliz!

yahya düzenli, "karadeniz'den günebakış" gazetesi yazarı. “modern bilinç ve trendeki yolculuk” , “türkiye nereye götürülüyor?”, “ben bir ulu şehre vardım” ve “ol şehri yıkılır gördüm” isimli yayımlanmış dört kitabı bulunuyor.

bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve al jazeera'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Yahya Düzenli

karadeniz'den günebakış gazetesi yazarı. “modern bilinç ve trendeki yolculuk” , “türkiye nereye götürülüyor?”, “ben bir ulu şehre vardım” ve “ol şehri yıkılır gördüm” isimli yayımlanmış dört kitabı bulunuyor. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;