Görüş
'Okul Sorunu' ve TEOG'un düşündürdükleri
Eşit ve ‘rasyonel’ düşünce kapasitesine sahip yurttaşlar yetiştirmek amacıyla yola çıkan Okul'un neredeyse ‘eşitsizlik üreten mabetler’e dönüşmesi karşısında şaşırmamak gerekir. Toplumsal eşitsizliği sihirli bir kurumla aşabilmek ne boş bir hayal!
'okul sorunu' genel başlığı altında toplayabileceğimiz düşünce, arayış ve uygulamaların sadece bizim değil, içinde gelişmiş olanların da yer aldığı hemen bütün ülkelerin başına dert olduğunu biliyoruz.
sorunun hemen her yerde karşılaştığımız ortak yanına kısaca değinecek olursak: okul, toplumsallığın, ekonominin ve de önemli olarak bilgiye açılan kapıları hızla elinden alan iletişim teknolojisinin bugünkü hali karşısında hemen her yerde çaresizdir. en başta da tabii ki ‘okulsuz’ yapamayan, onsuz düşünülemeyen ‘cumhuriyet’lerde. ‘genel irade’yi egemen kılan fransız devrimi’nin söz konusu iradenin ancak rasyonel yurttaşların varlığıyla mümkün olduğuna karar vererek okul'u modern zamanların mabedine dönüştürme çabası başta amacı ve işlevi olmak üzere üzerinden geçen zaman sonrasında artık iyiden iyiye çaresizlik içindedir.
geçen zaman içinde okul, kendi dolayımı ile ‘rasyonel’ düşünebilen bireylerden oluşan bir toplum yaratma amacına ulaşamadığı gibi en önemli işlevi olarak sunulan sınıflar arası geçişliliği sağlayan ve dolayısıyla bir ‘asansör’ olarak nitelenen işlevini de kaybetmiştir. yani özetle, ‘çoban sülü’yü köyden alıp önce mühendis, sonra başbakan ve nihayet cumhurbaşkanı koltuğuna oturtan ‘asansör’ çoktandır devre dışıdır.
okul’un ‘öğrencilerine’ taşıdığı bilgiyle eşit ve özgür yurttaşlar yaratabilmesi hayalinin önündeki ön büyük engel -tabii ki- kapısına dayanan adayların başta dil olmak üzere ‘kültür bagajları’na ilişkin farklılıktır. bu manzara sadece türkiye gibi çareyi sadece konumuz olan teog’un (temel öğretimden ortaöğretime geçiş uygulaması) da üzerinden yürüdüğü ‘e-okul’ gibi ‘web yazılımları’nda arayan ve dolayısıyla okullu adayları karşısında ne yapacağını şaşırmış ülkelerde değil, ‘gelişmiş’ olarak sınıflandırılan ülkelerde de karşımızda durmaktadır.
bu ülkelerde de bir biçimde araya girip bizi şaşırtan az sayıda örnekler dışarıda tutulacak olursa, ilköğretimden itibaren hangi öğrencinin eğitim sisteminin hangi kulvarında ilerleyip ileride hangi postları işgal edecekleri daha başından bellidir. (hiç değilse fransız sosyolog pierre bourdieu’nün konuya ilişkin analizlerini hatırlamanın yeridir.) bu iş böyle ne yazık ki… abd’de de, fransa’da da, almanya’da da… eşit ve ‘rasyonel’ düşünce kapasitesine sahip yurttaşlar yetiştirmek amacıyla yola çıkan bir kurumun neredeyse ‘eşitsizlik üreten mabetler’e dönüşmesi karşısında şaşırmamak gerekir aslında. toplumsal eşitsizliği sihirli bir kurumla aşabilmek ne boş bir hayal!
her ne ise de biz gelelim teog’umuza. ne dersiniz, teog tartışması dolayısıyla adı sıkça geçen ‘yerleştirmeye esas puan’ (yep) hakkında karşımıza çıkan şu bilgi bile bize ‘e-okul’ adı verilen yazılıma ne türden boş hayallerin bağlandığının bir örneği değil midir: "yılsonu notları, o dersin haftalık ders saatiyle çarpılacak ve bu yılsonu puanları, haftalık toplam ders saatine bölünecek ve yılsonu başarı puanı (ybp) elde edilecektir."
konuya merkezi bir ‘yazılım’dan hareketle (hatta sadece onunla!) başlandığı için çatısı altında birbirinden defalarca farklı eğitimin verildiği okulu bu şekilde ‘eşitlemek’ten kolay ne olabilir. hangi ilde hangi okul hangi öğretmen kadrosu hangi içerik fark etmez; merkezin (ve merkeziyetçiliğin) eline ana-babaların günlerdir başından kalkmadıkları bir ‘yazılım’ verdiğimize göre mesele hallolmuştur demektir! öğrencinin ybp’sine diğer puanları da ekleyip işi sonunda aklı olmayan bir ‘optik okuyucu’ya teslim ettikten sonra ülkenin yüksek öğretim gibi ortaöğretim problemi de çözülmüştür artık…
bu harekât çerçevesinde eskinin ‘genel liseleri’nin 2005-2006 eğitim-öğretim yılından başlayarak anadolu liselerine dönüştürülmesinin (2013-2014’te tamamlandı) ülkenin eğitim sistemine ne gibi katkısı olmuştur acaba? ‘genel lise’ adı kulağa hoş gelmediği, ‘anadolu lisesi’ adının daha bir ağırlığı olmasından dolayı mı? öyle bir talim-terbiye anlayışı ki, bütün okulları eşitleyerek ülkedeki eğitim seviyesinin yükselebileceğinı sanıyor…
ama bu süreçte göze çarpan bir başka gelişme de gizli: anadolu lisesi sayısı yüzde 57 artarken, anadolu imam hatip lisesi sayısı yüzde 73 oranında arttı. (milli eğitim bakanı’nın açıklamasına göre, bugün türkiye genelinde 936 anadolu imam hatip lisesi, 1355 imam hatip ortaokulu bulunuyor. aynı açıklamada türkiye genelinde 298 anadolu öğretmen lisesi’nin kapatılarak, 5’nin anadolu imam hatip lisesi’ne dönüştürüldüğü bilgisi de veriliyor. sabancı üniversitesi eğitim reformu girişimi koordinatörü işıl oral’ın şu yorumu nu da ekleyelim: "imam hatip liseleri’ndeki artışla ilgili milli eğitim tarafından hiçbir gerekçe sunulmadı. bir talep mi yoksa bir yönlendirme mi var ayırt etmek zor. taleple ilgili dense bile bunun veriler ile desteklenmesi gerekiyor.")
‘imam-hatip’lerin bu yıl ilk kez uygulanan teog çerçevesinde epeyce tartışmaya neden olmasından dolayı konuya (çok eskiden beri) nasıl yaklaştığımı da açıklayayım:
imam-hatip liseleri (ve ortaokulları) eğitim sistemi içinde yer almamalıdır. bu okullar bir an önce, normal lise müfredatını yoğun din bilgisi müfredatıyla harmanlamış birer ‘özel okul’ statüsüne kavuşturulmalıdır. söz konusu bir müfredatı ana-babaların ve öğrencilerin talep etme hakları tabii ki mevcuttur. ancak bu okulların ‘özel okul’ statüsünde olmaları kaydıyla. söz konusu müfredatın bir okulda olmamasını ileri sürmek -tabii ki- ‘laikçilik’ olarak anılan bir anlayışı davet etmek anlamına gelir. ama bu okulların milli eğitim bakanlığı (meb) gözetimi altında (‘öğretim birliği’nin aslı da budur zaten) kişiler ve vakıflar tarafından kurulup hizmet veren kurumlara dönüştürülmesi mutlaka gereklidir. ‘eski türkiye’den miras bu yapılanma bütün demokrasilerde gözlendiği gibi ‘yeni türkiye’de de bir an önce başlamalıdır. (‘fazla iyimsersin’ diyenleri duyar gibiyim!)
türkiye tabii ki ‘meslek liseleri’ adı altında topladığı okullara bir an önce çeki düzen vermelidir. birçok kalemin ve sözcünün haklı olarak ısrarla belirttikleri gibi, bu liselerin ‘istenmeden-mecburen’ devam edilen kurumlar olmaktan çıkarılması gerekiyor. tamam, bu okulların sıralarını-atölyelerini dolduracak öğrencilerin (bütün dünyada olduğu gibi) sınıfsal aidiyetleri çerçevesinde seçilecek olması besbellidir. ancak madem ki dünya böyle, o halde bu okullar kimi iş çevrelerinin ısrarla talep ettikleri gibi hak ettikleri donanıma bir an önce kavuşmalıdır.
meslek liselerinin eğer iyi tanımlanıp-planlanıp devreye girdiklerinde nasıl iyi sonuçlar alınabileceğine ilişkin önümüzde güzel örnekler de vardır. bu çerçevede birkaç yıl önce karşılaştığımız bir açıklamayı aktarmak isterim: bursa tophane endüstri meslek lisesi müdürü rahmi özyiğit, bir röportajda şu bilgileri veriyordu:
"pek çok sanayicimiz var ki sık sık okullarımızı ziyaret ederek, öğrencilerimize girişimcilik ve sanayimizle ilgili seminerler veriyorlar. ayrıca biz, türkiye’de belki de uygulaması sadece bursa’da olan bir uygulamayla, öğretmenlerimizin sanayide eğitim almasını sağlıyoruz. (…) sayısal değerlere bakarsanız, bursa'da öğretimdeki nüfusun yüzde 57’sinin şu anda meslek liselerinde okuduğunu göreceksiniz. açık söylüyorum: biz, meslek liselerinden mezun olanların doktor ya da avukat olmalarını istemiyoruz. (…) meslek liselerinden mezun olup da 'ben çalışmak istiyorum' diyen öğrencilerimizin yüzde yüzü, eğer fiziki bir rahatsızlığı, ruhsal bir sıkıntısı yoksa, azmi varsa işe yerleşecektir. bu kadar net söylüyorum."
ne yapsak, rahmi bey’i meb meslek liseleri dairesi’nin başına mı atasak!
kürşat bumin, istanbul bilgi üniversitesi öğretim üyesi, gazeteci. ankara üniversitesi dil ve tarih coğrafya fakültesi (dtcf) felsefe bölümü’nü bitirdi. uzun yıllar yeni şafak gazetesinde köşe yazarlığı yaptı, alper görmüş'le birlikte 'medyakronik' köşesini hazırladı. yayımlanmış kitaplarından bazıları: batı’da devlet ve çocuk (alan, 1983), demokrasi arayışında kent (ayrıntı, 1990), okulumuz, resmi ideoloijimiz ve politikaya övgü (patika, 1997), medyakronik (iletişim, 1998), otoriter demagoloji (iletişim, 2002).
bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve al jazeera'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorumlar