Görüş

Suriye’nin geleceği üzerine senaryolar

Suriye’deki son gelişmeler başında Esed ailesinin bulunacağı, Akdeniz sahilinde, mezhep temelli bir Nusayri Devleti’nin kurulabileceğine ve ülkenin üç veya dört parçaya bölünebileceğine işaret ediyor. Peki, savaş bitince orada nasıl bir sistem kurulmalı?

Cengiz Tomar'a göre Suriye’deki son gelişmeler Esed ailesi liderliğinde, mezhep temelli bir Nusayri Devleti’nin kurulabileceğine işaret ediyor. [Fotoğraf: AFP-Arşiv]

dört yılı aşan suriye iç savaşı, asırlar içinde bölgede teşekkül etmiş bulunan demografik yapıyı temelinden sarsmış görünüyor. resmi rakamlara göre 250 bin civarındaki kaybın yanı sıra en iyimser rakamlarla sekiz milyon suriyeli çeşitli ülkelere iltica etmiş ya da suriye içerisinde yer değiştirmiş durumda. bu neredeyse ülke nüfusunun yarısı anlamına geliyor.

aslında suriye’nin bu şekilde bölünmesinin tarihi 20. yüzyıl başlarına fransız manda yönetimine dayanıyor.

by Cengiz Tomar


suriye’nin toplumsal kompozisyonunda tarihsel olarak mevcut dinî, etnik ve mezhebî fay hatları, onarılması mümkün olmayacak şekilde kırılmış görünüyor. hafız esed iktidar yıllarında suriye, lübnan, filistin ve ürdün’ün kuzeyi ile hatay ve iskenderun’u içerisine alan ‘bilad-ı şam’ yani ‘büyük suriye’yi kurma idealiyle suçlanırdı. ancak bugün suriye, oğul beşşar esed rejimi, işid/daiş, nusra cephesi, diğer radikal gruplar ile özgür suriye ordusu ve kuzeyde kürtler olmak üzere küçük “suriyeler”e bölünmüş görünüyor.

hem suriye yönetiminin hem de iran ve rusya gibi müttefiklerinin son açıklamaları da akdeniz sahilinde mezhep temelli bir nusayri devleti’nin b planı olarak altyapısının oluşturulmakta olduğuna işaret ediyor. son haberlere göre, suriye yönetimine mensup bir üst düzey yetkilinin ordunun beşşar esed rejimi için stratejik önem taşıyan kıyı şeridini korumak amacıyla lazkiye-hama hattında geri çekildiğini ifade etmesi de bu planın ihtimal dahilinde olduğunun bir göstergesi.

muhtemel nusayri devleti’nin kökleri tarihte

aslında suriye’nin bu şekilde bölünmesinin tarihi 20. yüzyıl başlarına fransız manda yönetimine dayanıyor. fransızlar i. dünya savaşı’nın ardından osmanlı yönetiminin elinden çıkan suriye’de 1923’te kurdukları manda yönetiminde kuzeyde halep ile otonom iskenderun (liva), merkezi bölgelerde şam, akdeniz sahilinde nusayri ve büyük lübnan devleti ile güneyde dürzi devleti olmak üzere altıya bölünmüştü.

sonraki yıllarda lübnan bağımsız bir devlet olarak bu yapılanmadan ayrılacak, hatay ise türkiye’ye bağlanacaktı. hatta hafız esed’in babasının 1930’larda fransızlara bir mektup yazarak toplumuyla birlikte lübnan’a bağlanmak istediklerini ifade ettiği bilinir. iki kutuplu dünyanın konforundan da faydalanan hafız esed, iktidarı boyunca hem lübnan hem de hatay’ı tekrar topraklarına katmak için çaba sarfettiği ve lübnan iç savaşı’na müdahil olarak ülkeyi uzun yıllar fiilen işgal ettiği gibi, hatay ve su sorununu bahane ederek pkk’ya da uzun yıllar açıkça destek verdi.

keza hafız esed, israil ile yaptığı savaşlarda yenilmesi ve israil’in başkent şam’ı (dımaşk) ele geçirmesi durumunda akdeniz sahilinde daha küçük bir nusayri devleti kurmayı, b planı olarak hep ajandasında tutmuştu.

iran ve rusya için de uygun bir senaryo

beşşar esed yönetiminin son ana kadar arkasında durması muhtemel olan müttefikleri rusya ve iran, esed yönetimini daha fazla ayakta tutamayacaklarını öngördüklerinden, b planı olarak bu stratejiyi tedavüle sokmuş görünüyor. beşşar esed’in devrilerek tamamen devre dışı kalmasındansa akdeniz sahilinde esed hanedanı yönetiminde bir nusayri devleti’nin kurulması hem iran’ın hizbullah bağlantısı hem de rusya’nın çıkarları açısından istikbale matuf olarak büyük değer taşıyor.

ancak uluslararası toplumun muhtemel a planı, bu tür durumlarda daha önce denenmiş yöntemleri kullanarak iç savaşı sonlandırma amacını taşıyor. bu konudaki ilk referans anlaşma, suriye ile ortak özellikler taşıyan sınır komşusu lübnan’ın 1975-1990 yılları arasında yaşadığı benzeri bir iç savaşı sona erdiren 1989 tarihli “taif anlaşması”. lübnan’da hıristiyan gruplar ile filistin kurtuluş örgütü, dürzi, şii ve sünni müslümanlar ile suriye’nin de müdahil olduğu 15 yıllık savaşta yaklaşık 200 bin kişi ölmüş, bir milyon insan da ülkesini terk etmişti.

taif anlaşması ile fransız manda yönetimi döneminde maruni hıristiyanlara verilen imtiyazlı statü sona erdirildi, siyasal sistemde devlet başkanının hıristiyan maruni, başbakanın sünni müslüman, meclis başkanının şii müslümanlardan oluştuğu karşılıklı anlayışa ve bir arada yaşama (el-‘îşü’l-müşterek) iradesine dayalı bir sistem ortaya kondu.

benzer bir şekilde 100 bin kişinin öldüğü, iki milyondan fazla insanın göç etmek zorunda kaldığı 3,5 yıllık bosna savaşı’nı sona erdiren 1995 tarihli dayton anlaşması’yla da bosna-hersek;  bosna-hersek federasyonu ve sırp cumhuriyeti olarak iki otonom bölgeye bölündü. boşnak (müslüman), hırvat (katolik) ve sırp (ortodoks) üyeden oluşan bir başkanlık konseyi ve dönüşümlü bir başkanlık sistemi oluşturuldu.

suriye’deki iç savaş sona erdikten sonra, şayet irak’taki gibi etnik-mezhebî kotalara göre bir anayasa ve siyasal sistem geliştirilirse her durumda yönetimde sünniler söz sahibi olacak.

by Cengiz Tomar


üçüncü örnek ise suriye’nin doğudaki komşusu irak’tan. abd işgali ve saddam hüseyin’in devrilmesinin ardından irak şu anda barındırdığı tüm etnik, dinî-mezhebî farklılıkların kendine yer bulabildiği en liberal anayasalardan birine sahip. ancak bakanlar kurulu etnik-mezhebî kotalara göre oluşturuluyor. irak’ta nüfusun çoğunluğunun şii olması, şii partilerin iktidarı elde etmesine yol açıyor ve bu da pek çok etnik ve mezhebî gruba ayrılan ülkede gerilimi artırıyor. özellikle de sünniler açsısından… nitekim irak her gün patlayan bombalar ve işid/daiş’in taban bulması nedeniyle bir türlü istikrara kavuşamadı.

anlaşmalar sorunları ne kadar çözüyor?

taif ve dayton anlaşmaları lübnan ve bosna-hersek’te akan kanı durdurmuş olmakla birlikte iki ülkede de yönetim krizlerini engellemekte çok başarılı olamadı. lübnan’da işleyen bir demokrasi olsa da etnik ve mezhebî bölünmüşlük ve gettolaşma ile hariçten müdahalelerin etkileri hâlâ devam ediyor. bosna-hersek’te ise seçimler yapılsa da işleyen hükümetler parçalı yapı nedeniyle bir türlü kurulamıyor ve yönetimde tam bir kilitlenme yaşanıyor.

aslında lübnan örneği etnik ve mezhebî açıdan suriye’ye çok benziyor, ancak nüfusu suriye nüfusunun dörtte biri kadar olan lübnan’da hıristiyan ve müslüman mezhepler açısından sayısal bir denge mevcut. suriye’de ise durum daha farklı. zira nüfusun yüzde 75’i sünni müslüman ve hıristiyanlar ile dürzi ve nusayri gruplar sünniler karşısında bir denge oluşturabilecek durumda değil. esed ailesinin mensup olduğu yüzde 10’luk nüfusa sahip nusayriler savaşın temel sorumlusu olarak görülüyor.

suriye’deki iç savaş sona erdikten sonra, şayet irak’taki gibi etnik-mezhebî kotalara göre bir anayasa ve siyasal sistem geliştirilirse her durumda yönetimde sünniler söz sahibi olacak. bu da şii gruplar, özellikle de iran ve rusya tarafından desteklenen nusayriler açısından tehdit olarak algılanıyor.

tüm bu faktörler çerçevesinde suriye’nin geleceğine projeksiyon tuttuğumuzda, son dönemlerde esed yönetimi ile iran ve rus kaynaklarının ima ettiği, başında esed ailesinin bulunacağı bir nusayri devleti’nin kurulmasının reel-politik açıdan daha muhtemel olduğu anlaşılıyor. bu da suriye’nin geçmişte fransız manda yönetimi devrindeki gibi üç veya dört parçaya bölünmesi manasına geliyor. zira alanda işid/daiş gibi irrasyonel gruplar da mevcut.

doç. dr. cengiz tomar, marmara üniversitesi ortadoğu araştırmaları enstitüsü (ode) ve fen edebiyat fakültesi tarih bölümü öğretim üyesi. 1992'de marmara üniversitesi fen edebiyat fakültesi tarih bölümü'nü bitirdi. yüksek lisans ve doktorasını aynı okul ve bölümde tamamladı. ürdün ve edinburgh üniversitelerinde islam ve ortadoğu tarihi ile arapça eğitimi aldı. 2003-2005 yıllarında şam üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak çalıştı. 2011-2014 yıllarında marmara üniversitesi ode müdür yardımcısı ve siyasi tarih ve uluslararası ilişkiler anabilim dalı başkanı olarak görev yapan tomar'ın, arap coğrafyasının tarihi ve kültürüne dair akademik makaleleri bulunuyor.

twitter'dan takip edin: @cengiztomar

bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Cengiz Tomar

prof. dr. cengiz tomar, marmara üniversitesi ortadoğu araştırmaları enstitüsü (ode) ve fen edebiyat fakültesi tarih bölümü öğretim üyesi. 1992'de marmara üniversitesi fen edebiyat fakültesi tarih bölümü'nü bitirdi. yüksek lisans ve doktorasını aynı okul ve bölümde tamamladı. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;