Görüş
Ya başarılısındır ya da...
Girişimciliğin okulu yok ama öğrenmenin yolu var: Girişmek. Yani denemek, başarısız olmak, kazık yemek, kavga etmek, aç ve sokakta kalmak. En önemlisi, başarısız olmak. İki saat aralıksız başarısızlıklarımı anlattığım bir konuşmam var. Öyle bir başarısızlık hedefi tutturmanız lazım. En az üç başarısızlık.
linkedin ve birkaç yerde daha meslek alanımda “girişimci” yazıyor ama bundan hoşnutsuzum. çünkü aslında girişimcilik diye bir meslek yok. bayram ziyaretinde hiçbir aile ferdi “bizim oğlan da girişimci teyzesi” diyemez. “serbest meslek” gibi hiçbir şey ifade etmeyen sıfatlardandır “girişimci”. mesleğin okkalı bir ismi olması lazım, “mimar”, “mühendis”, “doktor” gibi. “doktor” dediğinde zaten duvarlar titrer. ağırlığı olmalı. girişimciliğin tek getirisi bizzat girişene. haliyle aileyi, çevreyi mutlu etmek için girişimci olunmaz. seni mutlu etmeyecek bir girişime de o yüzden girişilmez.
girişimciliğin okulu yok ama öğrenmenin yolu var: girişmek. yani denemek, başarısız olmak, kazık yemek, kavga etmek, aç ve sokakta kalmak. en önemlisi, başarısız olmak. sadece başarıyı değil başarısızlığı da kutlamak gerekir. çünkü hem başarısız olduğunda bunu fark edebilecek kadar işi öğrendiğini gösterir hem de tekrarlamayacağın bir hata daha tecrübelerinin arasında yerini almış demektir. etohum’da bir konuşmam var. iki saat aralıksız başarısızlıklarımı anlatıyorum. öyle bir başarısızlık hedefi tutturmanız lazım. en az üç başarısızlık.
bu kadar sıkıntılı, riskli ve stresli bir işe koyulup yılmadan devam edebilmenin de tek yolu var: tutku duymak. tutku duymadığınız bir işe girişmeyin. sizde tutku uyandıran bir fikri kimse o dönem umursamayabilir ama sizde tutku uyandırmıyorsa kimsede uyandırmayacak demektir. o da öyle “ya evet güzel olacak” değil, hiç tutmasa tamamen başarısız olsa bile sizi sonuna kadar götürecek kadar şiddetli olmalı. geceleri sabaha kadar ayakta tutabilecek kadar güçlü olmalı.
beş parasız girişimci olunabiliyor. ekşi sözlük’ün ilk beş yıl toplam maliyeti: 75 dolar. o da alan adı ücreti. o zaman ne kredi kartım ne de o kadar param vardı. ofiste arkamdaki masada oturan gürol’un kredi kartını kullanıp almıştım. aylar sonra elime para geçince borcumu ödemiştim. başka bir arkadaşım cem çalıştığım şirkette boşta duran sunuculardan birinde köşede çalışmasına göz yummuştu. o dönemki patronlarım da kendilerine gelen tehditleri umursamamak suretiyle sitenin ayakta kalmasını sağlamışlardı. ilk avukatlık hizmetini site kullanıcılarından başak ücretsiz vermeyi teklif etmişti. sonradan kendisi 11 yıllık ortağım oldu. dolayısıyla beş parasız ama çevrenizdeki iyi insanlarla girişiminizi hayata geçirmeniz ve hatta uzunca bir süre ayakta tutmanız mümkün. zaytung’un kurucusunun da başta siteyi çalıştığı şirkette “kenarda köşede” tuttuğunu bildiğimden bu formülün bana özel olmadığını da biliyorum. etrafınızı iyi insanlarla çevreleyin ve başkalarının çevresindeki iyi insanlardan olmaya gayret edin.
ekşi sözlük’ü kodlamam birkaç saat sürmüştü. ben bunu ne zaman söylesem insanlar hava attığımı düşünüyorlar. hâlbuki ben süper olduğumdan değil, ortaya çıkan ürün gayet güdük ve dandik olduğundan öyle. normal, çünkü yaptığım ilk interaktif web uygulamasıydı. sadece fikri hayata geçirmeye yetmişti ve çalışıyordu. gelişti, büyüdü. velhasıl fikrinizi ortaya çıkarmak için en mükemmel haline ulaşmaya çalışmayın. fikrinizi temsil edecek en basit hali ortaya çıkarın. fark edeceksiniz ki zaten kullanıldıkça aslında sizin kafanızdakinden belki de çok uzak bir noktaya doğru gidecek. literatürde ürünün bu özünü kaybetmemiş en ufak haline “minimum yaşayabilir ürün” deniyor. onu hayal edip ona odaklanın.
türkiye’nin pek çok yanlışı, eksiği gediği sayılabilir. ancak galaksi imparatoru olmadığınız sürece bunları tek başınıza düzeltmeniz imkânsız. haliyle yanlışlarına, eksikliklerine lanet okumakla yetinen çoğunluktan olmak yerine bunlara hedefleriniz doğrultusunda çözümler üreten biri olmanız sizi otomatikman başarılı olma ihtimaline sahip azınlığın arasına koyar. ekşi sözlük’ü ilk kurduğumda internet için bir yasa yoktu. eğer düzgün bir yasal altyapının gelmesini bekliyor olsaydım 16 yılın sonunda ülke hâlâ istediğim noktaya gelmemiş olacaktı. haliyle mükemmel ülkeyi beklemek yerine “minimum yaşanabilir ülke”yi kabul edip şartlar üzerinden çözüm üretin. yanlışlara sessiz kalmayın ama ataletinize bahane olarak da kullanmayın. tabii california’dan “ülkeyi şartlarıyla kabul et, sonuca odaklan” demek kolay ama california’ya gelme imkanınız varsa gelin zaten.
fikrinizi kimse çalmayacak. bu cildimizin altına tesir etmiş paranoya türkiye gibi oecd birbirine güven endeksi’nde sondan ikinci olan bir ülkenin en büyük hastalıklarından biri. bir fikir hiçbir zaman sadece fikir değildir. aynı zamanda tutkudur, kafanızda belki yıllarca evrimleşmiştir. fikri birkaç cümleyle paylaştığınız kişi bunlara sahip olmadıkça yaptığınız işe yeltenmeyecek. ben 1999’da birilerine “etkileşimli sözlük yapıyorum” deseydim umurlarında olmazdı. umurlarında olup yapsalardı da başarılı olmazdı. haliyle siz sadece fikre değil bir hayalin eksiksiz tablosuna da sahipsiniz. fikir, çerçevenin üstündeki isim yazan etiketten fazlası değil.
ayda birkaç defa “çok muhteşem bir fikrim var, yardımınıza ihtiyacım var” mailleri alıyorum. ben yatırımcı bile değilim ama insanlar bir şekilde ismime ulaşmış. hatta bazıları “kodunu siz yazar mısınız?” diyorlar, sağ olsunlar. gururlanıyorum ancak bu şekilde varacağınız nokta işte en fazla “muhteşemfikriolanlar” klasöründeki yüzlerce kişiden biri olmak oluyor. fikrinizden fazlasına ihtiyaç var. en basitinden onu bir yere getirmenize. eğer fikrinizin tek başına kıymetli olmasını istiyorsanız da geçmişte hayata geçirdiğiniz en az bir projeniz olmalı. türkiye’ye ilk geldiğimde “fikirler” listesi yapmaya başlamıştım. iki sayfayı doldurduğunda fark ettim ki ben hayata geçiremedikçe “fikirlerim” listesi “yapamadıklarım” listesi oluyor, moral bozuyor. hatta bunların çoğu iki yıl sonra birileri tarafından illa ki yapılıyor. bırakın fikirler kafanızda dikkatinizi çekmek için yarışsınlar.
“herhalde yapamayacağım” ve “bu kadarı iş görür” herkesin favori dinlenme tesisidir. her zaman ana baba günüdür. kahvaltıları çok süper değildir ama yol kenarında oturup ter akıta akıta gitmeye devam etmeyi tercih edenlerle dalga geçebilir, ilerideki “olağanüstü sonuçlar”a varanlara “aslında mutsuz abi” diye çamur atabilirsiniz. hayatımda ne zaman yaratıcı ve gurur duyduğum bir sonuç elde ettiysem, bu “deneyecek hiçbir şey kalmadı” noktasına gelip oradan biraz daha ileri gitmeye çabaladığımda oldu. günlerce, aylarca bazen yıllarca istediğiniz sonuca ulaşamayabilirsiniz ama bu ulaşmaya çalışmanıza engel olmamalı.
iki sene önce yan etkisi uyku olan bir ilaç kullanmam gerekti. doktor yatma saatine yakın almamı tembih etti. aldıktan yarım saat sonra esnetmeye başlıyor bir süre sonra da inanılmaz uyku getiriyordu. o ilk uyku belirtileri başlayınca gittiğim yatakta uyumayı beklerken bir şeyler okuyasım geldi. kafam ağır, kitap okumayı kaldırmayacak. ekşi sözlük’ün “debe”si de sabahları güncelleniyor. o dönem reddit ve hackernews okumaya başladım. tam çerez, abur cubur içerik. bir gece reddit’te alakasız bir paylaşımın altındaki yüzlerce yorumun arasında bir cümleye denk geldim. ilacın süresi bittikten sonra reddit okuma alışkanlığım devam etti ama tek aklımda kalan cümle odur. türkçesi kabaca şöyleydi: “ya başarılısındır ya da rahat”. dinlenme tesisindeki çayınızı bitirin, yeniden yola koyulun.
sedat kapanoğlu, eskişehir'de büyüdü. küçük yaşta bilgisayar programlamaya merak saldı. microsoft altın disket 94 programlama yarışması birincisi ve 1997 odtü programlama yarışması üçüncüsü oldu. medikal, mühendislik ve iletişim alanlarında çok sayıda yazılıma ek olarak 1999'da ekşi sözlük'ü geliştirdi. seattle'da microsoft windows ekibinde yazılım mühendisi olarak çalıştı. türkiye'ye dönüp ekşi sözlük yöneticiliği yaptı. mayıs 2015'te yöneticilik görevinden ayrıldı. bir süredir silikon vadisi'nde.
twitter’dan takip edin: @esesci
bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve al jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorumlar