Suriyeli Mülteciler

'Suriyelileri entegre süreci geliştirilmeli'

Türkiye'deki Suriyelilerin yoğun olduğu yerlerde araştırma yapan SÜREÇ Araştırma Merkezi Direktörü Murat Sofuoğlu'na göre ilk kampın Hatay'da açılmasıyla risk alındı. Sofuoğlu, Suriyelilerin bir bölümünün ülkelerine dönmeyeceklerini belirtti ve "Sığınmacıları Türkiye sistemine entegre edecek bir süreç geliştirmeliyiz" dedi.

Murat Sofuoğlu'na göre Suriyelilere yönelik öfkenin temelinde ekonomik sorunlar ve Ortadoğu'ya benzeme endişesi yatıyor. [Fotoğraf: Al Jazeera Turk / İlker Taş]

suriyeli sığınmacılar ile vatandaşlar arasında son bir yıldır artan gerginlik, gaziantep'te işlenen cinayetle gündemin zirvesine taşındı. başbakanlık afet ve acil durum yönetimi başkanlığı (afad) verilerine göre, türkiye'de devlet tarafından kurulan kamplarda 220 bin suriyeli sığınmacı yaşıyor. başbakan yardımıcısı beşir atalay, 1 ağustos 2014 tarihinde düzenlediği basın toplantısında, kamplar dışında şehirlerde yaşayan suriyeli sayısının 1 milyon 104 bine ulaştığını, bunların yüzde 60'ının kayıtılı olduğunu açıkladı. al jazeera bu gerginliğin ortadan kaldırılması için alınması gereken önlemler ve sorunun kaynağını, suriyelilerin yoğun olduğu hatay, mersin, adana, mardin, gaziantep ve kahramanmaraş'ta türkiye'deki farklı kesimlerin kimlik algıları ve temel sorunlara bakış açılarına dair araştırmalar yapan süreç araştırma merkezi direktörü murat sofuoğlu ile konuştu.

suriyeli sığınmacı nüfusu, türkiye'nin farklı etnik ve dinsel/mezhepsel kökenli vatandaşlarının bir arada yaşadığı illerde yoğunlaşıyor. sığınmacılar bu şehirlerdeki sosyo-ekonomik ve sosyo-politik fay hatlarını nasıl etkiliyor?

türkiye'ye nisan 2011'den itibaren gelmeye başlayan sığınmacılar, ilk etapta vatandaşlar tarafından pek olumsuz algılanmadı. fakat sığınmacı sayının gittikçe artması ve suriye'deki siyasi belirsizlik, suriyelilerin yerleştiği yerlerdeki vatandaşlarımızı etkilemeye başladı. 2011'de benim en çok dikkatimi çeken, baas rejimi ile muhalifler arasındaki çatışmalar başladıktan sonra türkiye’ye gelen sığınmacılar için ilk kampın hatay'da kurulmasıydı.

hatay, nusayri olarak da bilinen arap alevilerinin yani suriye devlet başkanı beşşar esed'la aynı mezhepten insanların yoğun olduğu bir yer. 

evet. süreç araştırma merkezi olarak türk, kürt ve arap alevilerinin bakış açılarını incelemeye dönük projemizi henüz başlatmamıştık. benim ilk reaksiyonlarımdan biri gayri ihtiyari, "allah allah, başka bir şehirde bu iş olsa daha iyi olmaz mıydı? esed'e muhalefetinden dolayı gelen insanları buraya yerleştirirsek neler olur?" şeklinde oldu.

ilk kampın hatay'da kurulması riskli bir tercih miydi?

suriyeliler ilk etapta hatay yerine mardin ve şanlıurfa gibi onlarla iyi ilişki geliştirmeye en müsait grup olan sünni arap nüfusun da yaşadığı illere yerleştirilebilirlerdi. halbuki onlarla ilişki geliştirebilmesi en güç insanların yaşadığı hatay'da ilk kamp kuruldu. zaten daha başlangıç biraz sorunluydu. biz, karar vericilerin faydalanabileceği stratejiler geliştirmeye çalışıyoruz. bu yüzden hadiselere rasyonel modeller geliştirmemiz lazım. suriyeliler geldiğinde devletin de rasyonel bir karşılık verebilmesi lazımdı ki onları entegre edebileceği bir model geliştirebilsin.

rasyonel davranmak noktasında devlet eksiklik mi gösterdi?

rasyonel bir modelin oluşabilmesini sağlayacak doğru başlangıç yapılamadı. ilk adım hatay'da atıldığında, bir modelin oluşması da güçleşiyor. suriyelilere kendini daha yakın hisseden, onlarla daha doğrudan ilişki geliştirebilecek bir yerde bunu başlatın ki orada başarılı olsun; sığınmacılar ile türkiye toplumu arasında daha iyi bir ilişki gelişsin. sonra siz o modeli, gelen insanların yoğunluğuna göre başka yerlerde de uygulayabilirsiniz. yani bir nevi pilot bölge oluşturulabilirdi.

ilk kamp yeri olarak hatay'ın seçilmesinden kaynaklanan olumsuzlukların zamanla tüm türkiye'ye yayıldığını mı söylüyorsunuz?

biraz öyle olduğunu düşünüyorum. çünkü bu meselede grup kimliği büyük yer tutuyor.

zaten suriye'deki çatışma da büyük ölçüde kimlik temellerine dayanıyor.

tabii, kesinlikle. türkiye'deki sünni toplum, suriyeli sığınmacılara nasıl yaklaşıyor meselesi çok önemli olmakla beraber, türkiye'deki alevi toplumun suriyeli sığınmacılara nasıl yaklaştığı da çok önemli. çünkü türkiye'deki alevi toplum, bilhassa nusayriler, sığınmacıları kendilerine karşı bir grup olarak ele alıyorlar. onların varlığı yaşadıkları ülkede arttıkça, kendilerini tehdit altında hissetme psikolojileri de artıyor.

bu tehdit algısı, sünni çoğunluğa da yansıyor mu? onların bakış açısını olumsuz yönde etkiliyor mu?

bir bakıma etkiliyor. sünni türkler ve kürtler, ilk başta sünni arap sığınmacıları, yerlerine ikame edilecek bir insan topluluğu olarak ele almıyorlardı. olaya grup kimliğiyle yaklaşıyorlardı. ama sığınmacılar artıp toplumsal hayatta görünür hâle geldikçe bakış açısı değişti. sonuçta bir refah toplumu olduğumuzu söyleyemeyiz. işsizlik, gelir dağılımı adaletsizliği vb. sorunlarımız var. ortadoğu'nun ekonomik açıdan en iyi ülkelerindeniz ama batı standartlarının da gerisindeyiz. antep, mersin, hatay ve maraş gibi illerde insanlar işlerini kaybetmeye başlayınca, gelirleri azaldıkça veya hiç bir şey olmasa, "yanımdaki adama benden daha az veriyorlar, adam benden daha fazla çalışıyor, benim görevim azalıyor. yarın öbür gün patron tutup senin alternatifin var derse ben ne yapacağım?" psikolojisi gelişiyor. dolayısıyla işin başlangıcı, grup kimlikleri meselesiydi. ancak ekonomik unsurlar işin içine girince bütün topluma yayılan bir probleme dönüştü.

suriyelilere yönelik öfkenin kaynağı ekonomi

sığınmacılar ile vatandaşlar arasındaki gerginliğin temelinde ekonomi yatıyor denilebilir mi?

evet, genel olarak sorunların temelinde ekonomi yatıyor. lakin her toplumun kendine ait bir gardını alma biçimi var. türkiye bir bakıma ortadoğu ülkesi. ama kendini arap ve fars kültürü ile özdeşleştiren bir toplum olduğumuzu söyleyemeyiz. "biz farklıyız, başka bir dili konuşuyoruz" durumu söz konusu. toplum birdenbire bu kadar çok suriyeliyi karşısında bulunca, "ya biz bu ortadoğu meselelerine çok mu fazla giriyoruz?" sorusu beliriyor.

acaba biz de ortadoğu gibi olacağız korkusu mu insanları endişelendiriyor?

tabii, bu da etkiliyor. 

gaziantep gibi suriyeli sığınmacıların kitlesel halde bulunduğu daha küçük yerlerde ekonomik ve toplumsal problemlerin daha belirginleşmesi olayları tetikliyor olabilir mi? 

evet, işin bir de o boyutundan bahsedebiliriz. ben konunun medyada ele alınışına da değinmek istiyorum. suriyeli sığınmacılar ile ilgili eleştiriler geldiğinde, özellikle muhafazakar kesimdeki bazı yorumculardan, "gelsinler, bir milyon ise beş milyon olsun" gibi sözler duyuyorum. tamam, gelsinler; on milyon da olsun mesele değil. türkiye büyük bir ülke, daha fazla insanı misafir edelim. fakat burada toplumun rahatsızlığını anlamamayı ben hiç anlamıyorum. toplum mültecilerle ilgili rahatsızlığını dile getiriyor, buna karşı hemen "irkçı mısın sen?" gibi yaklaşımlar sergileniyor.

gerçeklerden kaçmanın bir yöntemi olabilir mi bu tavır? 

bizim gibi metropol insanlarının yaşamına pek fazla değmiyor suriyeli sığınmacılar. ama antep, hatay, mersin, mardin gibi şehirleri derinden etkiliyor. yaşamları ileri boyutlarda etkilenen insanlar da doğrudan reaksiyon geliştirmek zorunda kalıyorlar. tepki gösteren adam ya da kadın belki doğrudan ırkçı değil, ama hayatını doğrudan etkilediği için sığınmacıların varlığı, reaksiyon geliştiriyor. şimdi bizim istanbul'dan tutup onlara, "ne demek ya, siz ne konuşuyorsunuz?" dememiz kolay. ama gel bakalım sen de aynı durumda ol, bakalım o zaman sen nasıl hissedeceksin? 

toplumun reaksiyonu, kolaycılığa kaçıp ırkçılık şeklinde değerlendirmekten ziyade anlamaya çalışmalıyız. mesela bir taksi durağındaki şoförlerle konuştuğunuzda, suriyelilerin yaptıklarına dair birçok şeyler duyabilirsiniz. bu konuşmalar arttıkça toplumsal ağa yayılıyor, böylece toplumun genel kanaati oluşuyor. siz ondan sonra kendi köşenizden ne yazarsanız yazın, ekranlardan istediğinizi söyleyin. toplum, "yazma bırak, anlatma bana o hikayeyi, ben biliyorum çünkü burada ben yaşıyorum" diyor. o yüzden suriyeli sığınmacılara dair toplumda oluşan kanaati anlamak ve bunun nasıl dönüştürülebileceğine bakmalıyız.

suriye'de iç savaş eninde sonunda bitecek. o zaman sığınmacılar ülkelerine dönmek isterler mi? yoksa türkiye'de kalmayı mı tercih ederler? sığınmacıların çoğunun türkiye'de kalması ne gibi sonuçlar doğurur?

bu çok önemli bir soru. belirsizlikler de çok etkiliyor toplumu. sığınmacılar geldi, ama bundan sonra ne olacak, gidecekler mi, kalacaklar mı? bana sorarsanız suriyelilerin önemli bir kısmı türkiye'de kalacak, gitmeyecekler, gitmek istemeyecekler. çünkü türkiye ile suriye'nin standartları zaten ortada. üstüne bir de iç savaş sonrası yakılıp yıkılmış bir suriye'ye neden dönsün insanlar? dönmelerini beklememiz pek gerçekçi olmaz. türkiye toplumu, "kalsınlar ne demek, başımızın üstünde yerleri var" demeyecek belki ama siyasetçilerimizin şu realist yaklaşımı göstermeleri lazım: "ya arkadaşlar tamam, belki insanların hayatı etkilendi, şu oldu, bu oldu ama gerçeği de kabul edelim, bu insanların önemli bir kısmı belki de bizimle kalacak. ki kalsın, toplumumuz zenginleşir." bunu siyasetçilerimizin deklare edebilmeleri ve resmi politikaya dönüştürmelerinde fayda var.

bunun, "onlar bizim kardeşlerimiz!" demekten daha gerçekçi olduğunu mu düşünüyorsunuz?

tabii. yöneticiler, "biz bu insanları nasıl vatandaş yapacağız?" sorusuna hazırlanmalı. sığınmacıları türkiye sistemine entegre edecek bir süreç geliştirmeliyiz.

bu mümkün mü? suriyeli sığınmacılar da türkiye'ye entegre olmak istiyorlar mı?

insanlar kendi memleketlerine dönmüyor, başka yerlere de gitmiyor ve türkiye'de kalmak istiyorlarsa o sonucu çıkartabiliriz. yaşamını türkiye'de sürdürmek isteyen sığınmacılara açıkça, "biz sizi vatandaş olarak kabul etmeye hazırız" denilebilmeli. yetkililer, "bunu söylersek bu sefer daha fazla adam gelir, bu akışı durduramayız” kaygısı taşıyorlar ve kapıları da kapatmak istemiyorlar.

"artık suriye'den kimseyi almıyoruz ama şimdiye kadar gelmiş olanlar için bir gelecek perspektifi sunuyoruz" yaklaşımını mı öneriyorsunuz?

evet. böylece işid gibi yeni yapılanmalara karşı sınırlarımızı güvenceye alırken sığınmacıları toplumla bütünleştirecek bir politika geliştirebiliriz. "daha fazla gelmek isteyen varsa eğer bizim artık sınırımız budur, daha fazlasını alamıyoruz; fevkalade durumlar olursa yine bakarız" denilebilir. ona göre de küçük pencereler oluşturulabilir. ama bir kere mülteci/sığınmacı siyasetimizin çerçevesini oluşturmamız lazım. hâlâ bu çerçeve yok. bu çerçeve olmayınca da türkiye toplumunun rahatsızlıkları artıyor.

suriyeli sığınmacıların güvenlik tehdidi oluşturdukları, iç barışı tehdit ettiklerini söyleyenler var. siz buna katılıyor musunuz? yoksa durum abartılıyor mu?

bana kalırsa mevcut riskler abartılıyor.

bazı sığınmacıların illegal işlerle uğraştıkları vaki değil mi?

vaki, fakat şunu da unutmayalım. suriyelilere yönelik dışlama arttıkça, kendi iç kabuklarına çekilecekler. diğer yandan burada hayatlarını sürdürmenin meşru yada gayri meşru yollarını da bulmaları gerekiyor. eğer insanları çaresiz duruma sokarsak, dışlanmışlık psikolojilerini artırırsak, onlar da illegal yollara başvurarak reaksiyon gösterecekler.

türkiye toplumu, suriyeli sığınmacıları dışladıkça mevcut risk daha da mı büyüyor?

kesinlikle. zaten grup kimliklerinden kaynaklı rahatsızlıklar da var. ayrıca ortadoğu'ya önyargıyla bakan kesimler, haklı olup olmadıkları bir yana, kendi ideolojik yaklaşımlarını ortaya koyuyorlar. tüm bunlar birleşince, sorun gittikçe büyüyen bir kartopu oluşturuyor. o kartopu, ulaştığı her yerde büyümesine uygun koşullar buluyor. antep ve maraş'ta olduğu gibi sığınmacılara dönük kitlesel tepki ortaya çıkınca da toplumun çoğunluğu, "idarecilerimiz veya kimi gazeteciler ne derse desinler adamlar haklı ya, buramıza geldi" demeye başlıyor. "halka kızıyorsunuz ama ne yapsın yani adamlar?" bu psikoloji mevcut, insanlar bir araya geldiklerinde böyle konuşuyorlar. biz ne dersek diyelim, toplumun konuşmalarındaki hususlar realite haline gelmişse artık hiçbir şeyi değiştiremezsiniz. o yüzden tepki derinleşip toplumsal realiteye dönüşmeden acil birtakım önlemler alınmalı.

halkın devletten başlıca talebi, sığınmacıların kamplara yerleştirilmesi olarak tebarüz ediyor. kamptakilerle fazla sorun yaşanmıyor. bu talep karşılanamaz mı?

işte tam o noktada türkiye'nin tercihleri devreye giriyor. ankara'nın suriye ile ilgili tercihlerinden dolayı, 'sığınmacılar bizim hayatımıza da girsin" gibi bir psikoloji gelişti bana sorarsanız. çünkü ankara, suriyeli sığınmacıları, esed'e karşı oldukları için müttefikimiz olarak değerlendiriyor, dolayısıyla hayatımızın içine girmelerinde bir sorun görmüyordu.

toplum suriyelileri kısmen öteki gibi görürken, yönetim müttefiki olarak mı değerlendirdi?

aynen öyle. siyasi mekanizmalar ile toplumsal mekanizmalar paralel giderse sorunlar az olur. ama algıda bir farklılık olursa çatışma başlar. dünyadaki bütün sorunlar buradan çıkıyor zaten. şimdi türkiye'nin sığınmacılar ile ilgili politikasında bu sorun oluşmaya başladı. 

anadolu coğrafyası, osmanlı imparatorluğu'nın yıkılışından beri, balkanlar ve kafkaslardan yoğun göç aldı. balkan ve kafkas göçmenleri anadolu toplumuna rahatlıkla entegre olabildiler. türkiye'nin mevcut toplum yapısı da böyle oluştu. suriyeliler için de aynı durumun gerçekleşeceği düşünülmüş olamaz mı?

olabilir. dediğiniz gibi anadolu'ya birçok balkanlar ve kafkaslar'dan göçler oldu, bir şekilde türkiye bunu hazmetti. kürt sorunu bağlamında uzlaşma arayışları olan bir ülkeyiz şu anda. ortadoğu'daki halklarla da daha yakın ilişki kurmak istiyoruz. o yüzden siyasetimizin çok dikkatli olması gerekiyor. kalkıp da topluma ders verir gibi, "siz ırkçılık yapıyorsunuz" derseniz, toplum daha fazla tepki gösterir. eninde sonunda herkesi bir potada eritiyorsunuz ama bunun için topluma zaman tanımalısınız. ve süreci hassasiyetle yönetmelisiniz. işi oluruna bırakırsanız, antep ve maraş'ta olduğu gibi, kazalar yaşanabilir.

suriyelilere yönelik olumsuz algıyı değiştirmek ve sorunları çözmek için ilk planda neler yapılabilir?

öncelikle tepkinin yoğunlaşma potansiyeli taşıyan şehirlerde mümkün olduğunca en az sığınmacının bulunması sağlamalı. yönetim de kendi mülteci/sığınmacı politikasına dair net bir çerçeve koymalı toplumun önüne. rastgele geçişlere kesinlikle müsaade edilmemeli. türkiye'de kalacak sığınmacılara dair nasıl bir süreç öngörüyoruz? sığınmacıların çalıştıkları sürece vergi ödemelerini sağlayacak mekanizmaları geliştirmeliyiz. bu yolla vatandaşın, "ya ben vergi ödüyorum, sığınmacı vergi ödemeden bu işi yaptığı için haksız rekabet oluyor" şikayeti engellenir. özetle vatandaşı da, suriyeliyi de çaresiz bırakmayalım.

farklı toplumsal kesimler ile sığınmacıların birbirini tanımasını sağlayacak etkinlikler fayda sağlar mı?

tabii, kesinlikle. bu türden yoğun sivil toplum faaliyetlerine ihtiyaç var. devlet bu tür faaliyetlere bazı noktalarda katkı sunabilir. örneğin biz süreç araştırma merkezi olarak 17 kasım 2012'de antakya, hatay'da, alevi ve sünni kanaat önderlerini bir araya getiren "ortak yarın" başlıklı çok verimli bir çalıştay düzenledik. üst düzey yetkililerin de katılacağı benzer etkinlikler yapılabilir. bu tür toplantılarda hem herkes derdini söyler, toplumun meselelerini anlatır hem de karar vericiler meseleleri daha iyi kavrayabilirler. böylece, "ben yaptım hadi kabul edin" cinsinden değil de daha ortak çözümler geliştirilebilir. sığınmacılar gelecekse, nereye gelsinler ve nerelerde otursunlar? mahallelerdeki durum nasıl iyileştirilir? bu gibi sorunlar yavaş yavaş, toplumla konuşa konuşa çözülebilir diye düşünüyorum.

Ebru Afat

istanbul'da dünyaya geldi. istanbul üniversitesi siyasal bilgiler fakültesi'nde uluslararası ilişkiler eğitimi aldı. aynı okulun aynı bölümünde, "karşı küreselleşme hareketi: küreselleşmeyi hedef alan küresel muhalefet" başlıklı teziyle yüksek lisansını tamamladı. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;