Görüş

İran-Suudi Arabistan gerilimine ABD freni

Suudi Arabistan’ın bu yeni yaklaşımı, Obama yönetimi açısından ise hem bölgedeki politikaları hem de ABD içindeki tartışmalarında önemli rahatlamaları beraberinde getiriyor. Bu hamle, Orta Doğu'daki radikal unsurların kontrolden çıkmasını engelleyebilme potansiyeline sahip.

Son aylarda sık sık Suudi Arabistan'ı ziyaret eden ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel (sağda), Veliaht Prens Salman Bin Abdülaziz ile görüştü. [AFP/Getty]

suudi arabistan dışişleri bakanı prens suud faysal, 13 mayıs 2014 günü iran dışişleri bakanı cevad zarif’i ülkesine davet etti. bu beklenmeyen davet, orta doğu’da son dönemde yükselişe geçen mezhepler arası gerilim ve çatışmaların son bulması adına heyecan verici bir gelişme.

ne yazık ki bu coğrafyada savaş ve çatışmalar sıkça yaşanır; barışa ise nadiren ulaşılır. dolayısıyla, bu adımın da hızlı bir barış sürecini beraberinde getirmesini beklemek pek gerçekçi değil. buna karşın gerilimin oldukça yüksek olduğu bir tablodan, çatışmanın sınırlarının çizildiği ve belirli alanlarda işbirliğinin sağlandığı bir tabloya geçiş mümkün.

abd-iran-suudi arabistan denklemi

abd başkanı barack obama, mart 2014’te suudi arabistan’a resmi bir ziyaret gerçekleştirmişti suudi arabistan’ın iran’a zeytin dalı uzatmasıyla birlikte gözler, doğal olarak abd’ye çevrildi. amerikalı yetkililer, faysal’ın zarif’e yönelik çağrısında kendilerinin doğrudan bir rollerinin bulunmadığını, fakat bu adıma sevindikleri ve süreci desteklediklerini açıkladılar.

suudi arabistan-abd ilişkilerinde son dönemde yaşanan soğukluk göz önüne alındığında, washington’dan gelecek bu tip bir telkine riyad’ın ne kadar açık olduğu da sorgulanabilir. ancak günün sonunda, suudların iran’ı masaya çağırmaları ve yumuşama eğilimi göstermelerinin merkezinde abd ve politikaları yatıyor.

suudi arabistan’ı iran ile uzlaşma yolları aramaya, esasen abd’nin iran ile devam eden müzakereleri ve olası anlaşmanın bölgede oluşturacağı yeni dengelerin zorladığı söylenebilir.

riyad, öncelikle washington’ın tahran ile müzakerelerden vazgeçmesi için uğraştı. lakin abd ile ilişkilere dair sert açıklamaları, samimiyet sorgulamaları, washington’a rağmen izlediği politikaları ve birleşmiş milletler (bm) güvenlik konseyi geçici üyeliğinin reddetmesi gibi sembolik adımlarının hiçbiri sonuç vermedi. üstelik abd’nin petrol arzında suudi arabistan’a bağımlılığının giderek azalması da söz konusu. 

daha da kötüsü, bir yandan iran imajını düzeltirken, bu adımlar suudi arabistan’ın marjinalleşmesi riskini beraberinde getirdi. abd’nin yaklaşımını değiştirmeyeceğini gören riyad, bu planların baş uygulayıcısı konumundaki istihbarat şefi prens bender bin sultan’a görevini bıraktırmakla işe başladı. bu hamlesiyle prens bender'e de onurlu bir çıkış kapısı açarak yeni yaklaşımı uygulamaya koydu: “sürecin oluşturacağı hasarı sınırlama yoluna gitmek.”

yine de gerek bu yeni yaklaşım gerek iran ile görüşme hususunda kendi içinde fikir birliğine kavuşmuş bir suudi arabistan’dan söz etmek mümkün değil. zaten suudi arabistan açısından bir baskı unsuru olarak “zaman”, ayrıntılı tartışmaya fırsat bırakmıyor. riyad, washington-tahran olası anlaşmasının imzalanması durumunda artık farklı şartlarda masaya oturacağını biliyor. bu şartlar ise daha çok tahran’ın lehine olacak. bundan dolayı suud yönetimi hâlâ elinde güçlü kartları varken bunları oynamakta gecikmek istemiyor.

suudi arabistan’ın bu yeni yaklaşımı, obama yönetimi açısından ise hem bölgedeki politikaları hem de abd içindeki tartışmalarında önemli rahatlamaları beraberinde getiriyor. bu girişim, abd’nin son dönemde terörü kendi evine taşımasından endişe duyduğu el kaide ve diğer radikal unsurların kontrolden çıkmasını engelleyebilme potansiyeline sahip.

suudi arabistan ve iran’ın anlaşması durumunda, bu unsurların finansal ve lojistik desteklerinin sınırlandırılması sağlanabilir. kaldı ki iki ülke arasında böylesi bir işbirliği gidilmesi de bir ilk değil. benzeri bir anlaşma, iran’da muhammed hatemi’nin cumhurbaşkanlığı (1997-2005) esnasında, taliban ve el kaide’ye karşı yapılmıştı.

bununla birlikte iran-suudi arabistan arasında iletişim kanallarının açık tutulması, kritik anlarda bu kanalların kullanılabilmesi öngörülüyor. daha öncesinde de pratiği bulunan bu kontağın kurulabilmesi, iki ülke açısından da yanlış anlaşılmaları engelleme ve gereksiz çarpışma veya karşı karşıya gelme riskini önleme fırsatı sunacak. böylesi bir ön alım imkânı, bölgedeki angajmanlarını sınırlamaya çalışan; askeri müdahaleden kaçındığı için kriz anlarında zayıf bir imaj veren abd açısından da rahatlatıcı olacak.

son olarak abd, bir taraftan iran ile anlaşırken diğer taraftan suudi arabistan’ı kaybetmek istemiyor. çünkü müttefik olarak kalmaya devam eden bir suudi arabistan, her halükarda abd’nin bölgedeki politikalarını uygulamayı kolaylaştırmayı sürdüreceği söylenebilir. oysa washington’dan uzaklaşmış bir riyad, amerikan politikalarını zora sokabilir.

suudi arabistan’ın, orta doğu’daki amerikan politikalarını birçok alanda sekteye uğratma kabiliyeti bulunuyor. obama yönetiminin büyük önem verdiği ve şimdiye kadar belirli ölçüde yatırım yaptığı israil-filistin çözüm süreci, terörle mücadele, mısır’daki siyasi gelişmeler ve daha birçok konuda washington, riyad’ın desteğine ihtiyaç duyuyor.

işte buna verilen önem nedeniyle abd savunma bakanı chuck hagel, son bir yıl içinde üçüncü kez riyad’ı ziyaret etti. çünkü süreçte yalnızlaştığını düşünen riyad’ın, kendisini korumak için yeni müttefik arayışına girmesi, washington açısından tam bir kayba dönüşebilirdi. riyad’ın tahran’a karşı tavrını yumuşatması, abd ile suudi arabistan arasındaki soğukluğu ortadan kaldırmasa da mevcut riskleri azaltıyor.

abd iç politikasında, iran ile müzakereler konusunda özellikle arap ve israil lobileri güçlü bir muhalefet ortaya koyuyordu. bu süreci, obama ve dolayısıyla demokratları, 2016'daki başkanlık seçimleri çerçevesinde zayıflatmak için kullanmaya çalışan bir muhalefet baskısı da mevcut.

cumhuriyetçiler, obama’yı düşmanlara taviz vermek ve abd’nin müttefiklerini yüz üstü bırakmakla suçluyorlar. suudi arabistan’ın iran ile masaya oturmak için adım atması, obama yönetiminin washington’da anlatmakta zorlandığı iran ile “diplomasiye şans verme” konusunda yalnız olmadığını ortaya koyacak. obama ve ekibine yönelen baskının bir nebze olsun azalmasını sağlayacak.

suud-iran yakınlaşmasının sınırları ve türkiye’ye etkisi

suudi arabistan-iran sınırlı işbirliğinin sağlanması noktasında lübnan bir samimiyet testi olarak görülebilir. tarafların lübnan’ın yönetimi konusunda anlaşmaya varmaları, karşılıklı güveni sağlayabilecek bir unsur olarak görülüyor. ancak kısa ve orta vadede bu adımların orta doğu bağlamında büyük bir çözümü beraberinde getireceğini öngörmek için henüz çok erken.

eldeki tablo, daha çok iran ve suudi arabistan’ın artık kendilerinin de zarar görecekleri boyutlarda uçlara kaydıklarını görüp tam da gerilimin tırmandığı bir süreçte frene basmaları olarak değerlendirebilir. ama her iki tarafta da bu kadarına bile ciddi şüpheyle yaklaşan kesimlerin var olduğunu unutmamak gerekir. bu şahinlerin varlığı, zoraki yakınlaşma ile büyük risklerden kurtulan tarafların, sonrasında kendi inisiyatiflileriyle mesafe kat etmesinin ne kadar güç olduğunu da ortaya koyuyor.

türkiye açısından bakıldığında, iran-suud diyaloğunun en önemli sonucunun, gerilimin beraberinde getirdiği tehditlerden ankara’nın kurtulması olduğu söylenebilir. çatışmanın doğrudan tarafı olmasa da mezhepsel kutuplaşma, halkının çoğunluğunun sünni olması nedeniyle ankara’yı da hedef haline getiriyor ve zor durumda bırakıyor.

ayrıca suriye bağlamında, türkiye’nin yanı başında gittikçe güçlenen terör örgütlerinin oluşturduğu tehlike de çok büyük. bu örgütlerin türkiye’de saldırılar düzenlemeleri, daha da kötüsü çatışmaların devamlılığı halinde türkiye’ye komşu haline gelmeleri de büyük riskleri içerisinde barındırıyor.

özetle riyad ile tahran’ın frene basması, ankara’nın elini epey rahatlatabilir. nitekim doğrudan çatışma alanı olan suriye ve bir nevi soğuk savaş yaşanan irak, türkiye’nin güney sınırına komşu iki ülke. bu ülkelerdeki gerilimler, kaçınılmaz olarak türkiye’yi de etkiliyor. burada yaşanacak iyileşmeler ve oluşacak istikrar ortamı, türkiye’ye olumlu şekilde yansıması beklenebilir.

sonuç olarak, iran-suudi arabistan yakınlaşması, her iki tarafın çıkarına olan konularda dar kapsamlı bir işbirliğini beraberinde getirebilir. bu işbirliğinin, genel anlamda orta doğu’da bir mezhep çatışmasını önleme ve kapsamlı bir barış getirme olasılığı maalesef çok düşük. ancak hâlihazırdaki yangının yavaşlaması da azımsanamayacak bir gelişme olacaktır. abd’nin desteklediği bu yakınlaşma, hem bölge hem de türkiye için olumlu sonuçlara gebe.

mehmet yegin, uluslararası stratejik araştırmalar kurumu (usak) amerika araştırmaları merkezi başkanı. bilkent üniversitesi siyaset bilimi bölümü’nde 'türkiye'nin abd'nin askeri koalisyonlarına yönelik politikası' konulu doktora çalışmalarını sürdüren yegin'in türk dış politikası, türk-amerikan ilişkileri, abd'nin iç ve dış politikası, askeri koalisyonlar, pkk ve terörizm hakkında kaleme aldığı makale ve raporları yayımlandı.

twitter’dan takip edin: @mehmetyegin

bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve al jazeera’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Mehmet Yegin

uluslararası stratejik araştırmalar kurumu (usak) amerika araştırmaları merkezi başkanı. bilkent üniversitesi uluslararası ilişkiler bölümü’nden mezun oldu. cincinnati üniversitesi’nde (abd) amerikan politikası alanında yüksek lisans yaptı. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;