Görüş

Toplumsal çocuk algısı ve çocuğa yönelik şiddetle mücadele

Bizler hâlâ yaygın olarak çocukları “ailenin malı olan tamamlanamamış bireyler” olarak görüyoruz. Bu da hak sahibi olduğumuzu düşündüğümüz çocuklar üzerinde uygulanan şiddetin pek çok formunu normalleştirmemize, “terbiye” yöntemlerinin bir parçası olarak kabul etmemize yol açıyor.

Konular: Türkiye
BM Çocuk Hakları Sözleşmesi'nde "18 yaş altındaki her birey çocuktur" tanımı yapılıyor. [Fotoğraf: Shutterstock]

türkiye genç bir nüfusa sahip. 2013 yılı verilerine bakıldığında ülkemizin hâlâ yaklaşık yüzde 30’unu çocukların oluşturduğunu söylemek mümkün. bu oran, avrupa birliği ülkelerindeki ortalama yüzde 19’luk orana kıyasla oldukça yüksek. bu nedenle, çocukların sağlıklı gelişiminin desteklenmesi ve şiddetten korunması için oluşturulacak stratejik eylem planları, sosyal politikalar açısından da büyük önem taşımakta.

çocuğa karşı şiddetin önlenmesinde atılabilecek adımların neler olduğuna değinmeden önce büyük resmi görebilmek açısından şiddet kavramından neyi anlamamız gerektiği ve mevcut durumun ne olduğuna göz atmakta fayda var.

çocuk haklarına dair sözleşme’nin 19. maddesi ve çocuk hakları komitesi’nin çalışmaları uyarınca, birleşmiş milletler çocuğa karşı şiddet araştırması’nın (unvac) amaçları çerçevesinde çocuğa karşı şiddet genel olarak, “fiziksel gücün ve erkin, tehdit mahiyetinde ya da fiili olarak, yaralanma, ölüm, psikolojik zarar, gelişme bozukluğu ya da yoksunluğu gibi sonuçlara yol açan ya da böyle sonuçlar vermesi muhtemel biçimlerde kasıtlı kullanımı” olarak tanımlanıyor.

bu tanımdan yola çıkarak, birebir şiddetin hedefi olmanın yanı sıra gerek aile içinde gerekse kamusal alanda çocuğun gelişimini olumsuz etkileyecek şekilde şiddet olaylarına tanıklık etme hâlini de resmin içine kattığımızda, aslında ülkemizde her çocuğun şiddet mağduru olduğunu düşünebiliriz.

bilinen bir gerçek şu ki, çocuklar şiddeti genellikle tanıdıkları kişilerden görüyorlar. riskli grupları ise kız çocuklarının ve kendini ifade etme becerisi yeterince gelişmemiş olan küçük yaştaki çocukların oluşturduğunu söyleyebiliriz. 

by Dilek Çelik

“kol kırılır, yen içinde kalır” anlayışı

şiddetin çeşitli formları açısından ise durum analizi yapmak ve sağlıklı verilere ulaşmak hiç kolay değil. kültürel olarak, çocuk algımızın ve sorunlarla baş etme yöntemlerimizin bu durum üzerinde etkisi büyük. yavaş yavaş dönüşmeye başlayan bir algıdan söz etmek mümkün olsa da, bizler hâlâ yaygın olarak çocukları “ailenin malı olan tamamlanamamış bireyler” olarak görüyoruz. bu da hak sahibi olduğumuzu düşündüğümüz çocuklar üzerinde uygulanan şiddetin pek çok formunu normalleştirmemize, “terbiye” yöntemlerinin bir parçası olarak kabul etmemize yol açıyor. dolayısıyla olguların açığa çıkması zorlaşıyor. açığa çıkan olgularda bile sorunlarla “kol kırılır, yen içinde kalır” anlayışı ile başa çıkmaya çalıştığımız için, kamusal düzeyde de gerçeği tümüyle yansıtabilen verilere dayanan raporlamaların yapıldığını söyleyemeyiz. bu bilgi eksikliğine rağmen, mevcut veriler çok da iç açıcı bir tablo çizmiyor.

şiddetin en ağır formu olan yaşam hakkı ihlalleri açısından değerlendirildiğinde, birleşmiş milletler çocuklara yardım fonu’nun (unicef) yılına ait “açık görüş alanında gizlenen: çocuğa karşı şiddete ilişkin istatistiksel analizler” raporu ülkemizde çocuklar açısından öldürülme oranının 100 binde 3 olduğunu gösteriyor. bu diğer ülkelerle kıyaslandığında düşük gibi duruyor; ancak 2012 yılı istatistiklerine göre özellikle 1 yaş altı çocuk ölüm oranlarınında 9. sırada yer aldığımız düşünülürse sağlık hizmetlerine ulaşım ve adli tıp uygulamalarındaki yetersizliklerden dolayı gerçek değerleri yansıtamıyor olabiliriz. gündem çocuk derneği'nin hazırladığı “çocuğun yaşam hakkı ihlalleri raporu” 2013 yılında toplam 633 çocuğun, devlet eliyle ortaya çıkan yaşam hakkı ihlalleri veya devletin pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediği, yani önlem almadığı için ortaya çıkan ihlallerden dolayı yaşamını kaybettiğini ortaya koyuyor.

tabii ki çocuğa yönelik şiddet yaşam hakkı ihlalleri ile sınırlı değil. birleşmiş milletler çocuğa karşı şiddet araştırması (unvac), çocuğa yönelik şiddetin gerçekleştiği beş temel ortamı şöyle sıralıyor: evde ve aile içinde şiddet, okullarda ve eğitim ortamlarında şiddet, bakım ve yargı kurumlarında şiddet, çalışma ortamında şiddet ve toplumda ve sokaklarda şiddet. bu ortamlardan en görünmez kılınanı ve en çok tehlike oluşturandan biri, tabii ki evde veya aile içinde şiddet. çünkü bilinen bir gerçek şu ki, çocuklar şiddeti genellikle tanıdıkları kişilerden görüyorlar. ev ve aile ortamında şiddetin türü açısından değerlendirdiğimizde cinsel ve fiziksel şiddetin öne çıktığını, riskli grupları ise kız çocuklarının ve kendini ifade etme becerisi yeterince gelişmemiş olan küçük yaştaki çocukların oluşturduğunu söyleyebiliriz.

2010 yılında yetişkinlerle yapılan bir çalışma katılımcıların yüzde 53’ünün çocukluk döneminde ciddi fiziksel yaralanmalara neden olabilecek düzeyde ev içinde şiddet mağduru olduğunu ortaya koyuyor; çalışmada ayrıca katılımcıların büyük bir kısmının bunu disiplin ve saygı tesisinin bir parçası olarak algıladıkları belirtilmekte. cinsel şiddet açısından da durum farklı değil. sağlık kurumlarına tedavi amaçlı getirilen çocuklar arasında ev içinde cinsel istismar mağduru olan çocuk oranı ortalama yüzde 10 civarında. ayrıca 2013 yılı resmi istatistiklerine göre yasal olarak evli kız çocuğu oranı yüzde 1,45 ve bunların yüzde 70’i kendisinden en az 6 yaş büyük biriyle evlendirilmiş durumda.

Dünya genelinde çocuklara şiddet [İnfografik]

okullarda ve eğitim ortamlarında şiddet ise yetişkinler tarafından uygulanabileceği gibi, şiddet mağduru çocukların kendi aralarında uyguladıkları akran zorbalığı şeklinde de karşımıza çıkabiliyor. yani şiddet bu kurumlarda, önleyici ve koruyucu çalışmalar yürütülmediği sürece, kısır bir döngü halini alıyor. oysa ki, eğitim kurumları çok kapsamlı bir çocuk nüfusuna hizmet verdiği için, şiddet mağduru çocukların tespiti ve gerekli tedbirlerin alınması konusunda en önde gelebilecek kamu alanlarından biri.

kurumlarda şiddet açısından riskleri bakım kurumlarında engelli olma hali, kapalı ceza infaz kurumlarında ise etnik kimlik oluşturuyor. son yıllarda pozantı, sincan, ve şakran kapalı ceza infaz kurumlarında bunun çeşitli örnekleri yaşandı.

şiddet zinciri

şiddeti çocuklar üzerindeki etkileri açısından değerlendirdiğimizde ise çocukların kısa ve uzun vadede fiziksel ve ruhsal gelişimini sekteye uğrattığını ve şiddetin bazı etkilerinin çocuk üzerinde yarattığı tahribat açısından yıllar sonra bile açığa çıkabilecek bir sinsilikte ilerleyebileceğini vurgulayabiliriz. bunun sonucu oluşan bir şiddet zincirinden söz edilebilir. geçmişte şiddetin herhangi bir formunun mağduru olan birey, yetişkinlikte şiddetin uygulayıcısı olarak karşımıza çıkabiliyor.

çocuğa karşı şiddetle mücadelede önleme, müdahale ve koruma, hesap verilebilirlik ve rehabilitasyon olmak üzere dört temel düzeyden bahsetmek mümkün. önleme çalışmalarının temel hedefi, şiddet olmadan önlemek; çocukları ve toplumu bilgilendirerek ve şiddetsiz bir kültür yaratma amaçlı adımlar atmak.

müdahale ve koruma alanında ise, şiddet olur olmaz, yasal, sosyal, psikolojik, ekonomik alanda çocuk gelişimini destekleyen tedbirler söz konusu. hesap verilebilirlikten kasıt, adli süreçte şiddetin cezasız kalmaması ve mağdurun haklarının tanzimini kapsıyor. şiddetin adli açıdan cezasız kalacağı algısı oluşur ise, toplum kendi içindee bir adalet sağlama mekanizmasına yönlenebiliyor ve bu da şiddetin azalmasına değil artmasına yol açan sonuçlar oluşturuyor. son olarak rehabilitasyon aşaması, şiddet mağdurunun ruhsal/fiziksel açıdan desteklenmesi  açısından yapılan çalışmaları kapsıyor. burada özellikle sağlık alanında yeterli ve yetkin personel yetiştirilmesi ön plana çıkıyor.

şiddetin bazı etkilerinin çocuk üzerinde yarattığı tahribat açısından yıllar sonra bile açığa çıkabilecek bir sinsilikte ilerleyebileceğini vurgulayabiliriz. geçmişte şiddetin herhangi bir formunun mağduru olan birey, yetişkinlikte şiddetin uygulayıcısı olarak karşımıza çıkabiliyor.

by Dilek Çelik

yasa var ama tedbirler uygulanmıyor

yasal düzenlemelerin özellikle önleme düzeyinde yetersiz kaldığı görülürken, çocuğa karşı şiddetle mücadelede tüm sorunun yasal düzenlemelerdeki eksikliklerden kaynaklandığını söylemek doğru olmaz. türkiye 2005 yılında yürürlüğe konmuş çocuk koruma kanunu’nun yanı sıra, çocuk hakları alanında 20’nin üzerinde uluslararası nitelikte sözleşmeye taraf.  ayrıca, bu konuda yetki ve sorumlulukları belirleyen pek çok iç tüzük ve yönetmelik mevcut. özellikle çocuk koruma kanunu, kamu personelini korunmaya muhtaç çocuğun ihtiyaçları konusunda ilgili mercilere bildirmekle yükümlü kılmış ve gerek korunmaya muhtaç çocuk, gerekse suç mağduru ve yasayla ihtilafa düşen çocuklar açısından alınması gereken koruyucu ve destekleyici tedbir kararlarını belirlemiş durumda. dolayısıyla geniş çerçevede yorumlandığında yasal düzenlemeler “çocuk koruma” açısından elverişli.

sorun daha ziyade yasal düzenlemelerin hayata geçirilebilmesi ve alınan kararların uygulanıp uygulanmadığının takibinden sorumlu denetim ve izleme mekanizmalarının işletilebilmesinde.
özel olarak önleme alanına bakıldığında ise, gerek yasal düzeyde gerekse algı düzeyinde boşluklar büyük. biz tarihsel ve kültürel olarak, durum vahim boyutlara ulaştığında trajedilerimiz üzerinden hareket kabiliyeti kazanabilen bir toplumuz. bu nedenle, önleme çalışmalarına öncelik vermek ve bu konuda yatırım yapmanın gerekliliği henüz yerleşik bir algı değil. önleme alanında geliştirilen stratejiler temelde devlet mekanizmaları tarafından değil, sivil toplum örgütleri tarafından üstlenilmiş durumda. ancak bu durum yaygınlaştırma faaliyetleri, çocuklara erişimi daha kolay olan personelin yetkinliğinin artırılması ve faaliyetlerin yürütülmesi için gerekli bütçe düzenlemeleri açısından hareket alanını kısıtlamakta.

sonuç olarak atılması gereken öncelikli adımların neler olabileceğini toparlarsak, önleme stratejileri geliştirirken çocuğun da sürece aktif katılımının sağlanması, hakları ve karşılaştığı durumlarla nasıl başa çıkabileceği, bildirimde bulunabileceği merciler konusunda bilgilendirilmesi ön plana çıkıyor. ayrıca özellikle bakım, sağlık ve kapalı infaz kurumlarında çocuğa ayrılan bütçenin artırılması, adli bildirim yükümlülüklerinin yerine getirilip getirilmediği ve tebdir kararlarının uygulanıp uygulanmadığını denetleyecek, kamu denetçiliği sisteminin hayata geçirilmesi gerekiyor.

yard. doç. dr. dilek çelik, lisans ve yüksek lisans eğitimini boğaziçi üniversitesi psikoloji bölümü’nde, doktora eğitimini ise istanbul üniversitesi adli tıp ensitüsü’nde tamamladı. eğitimleri sırasında kapalı infaz kurumlarında kalan çocuklarla “ergenlik dönemindeki suç davranışlarında algılanan öncüller ve ilişkili düşünce biçimleri” adlı ve cinsel istismar mağduru çocuklarla “çocukluk çağı cinsel istismar olgularında mağdur ifadelerinin delil niteliği ve ifade geçerlilik analizi” adlı tez çalışmalarını yürüttü. akademik çalışmalarının yanı sıra çocuk koruma alanında pek çok sivil toplum örgütü ile de ortak çalışmalar yürütmektedir.

bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Dilek Çelik

lisans ve yüksek lisans eğitimini boğaziçi üniversitesi psikoloji bölümü’nde, doktora eğitimini ise istanbul üniversitesi adli tıp ensitüsü’nde tamamladı. Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;