Görüş
Washington-Tahran hattında fırsatlar ve imkânsızlıklar
Gerek nükleer müzakerelerde katedilen yol, gerek bölgedeki son gelişmelere bağlı olarak çıkarların ortak bir paydada buluşması, İran ve ABD ilişkileri açısından önemli fırsatlar sunuyor. Ne var ki iki ülkenin kalıtsal ve yapısal sorunları tamamen aşmaları mümkün görünmüyor.
iran islam devrimi’nden bu yana geçen otuz yılı aşkın sürede krizlere gebe olan iran-abd ilişkileri esasen kaçan fırsatlarla doludur. 2001 afganistan savaşı ve 2003 irak savaşı ile birlikte abd’nin bölgeye doğrudan dahil oluşu yakın geçmişte iki ülke ilişkileri açısından kimi imkânlar doğurmuştur. ancak dönemin abd yönetimi bunu bir fırsata çevirmek yerine iran ile ilişkileri tehdit politikaları üzerine inşa etmeyi tercih etmiş, böylelikle iki ülke arasında uzlaşmacı bir siyaset oluşturma olanağı bugünlere ertelenmiştir.
arap ülkelerindeki halk hareketlerine bağlı olarak sancılı bir süreçten geçilmesi ise iran-abd ilişkilerinin gözden geçirilmesini zorunlu hale getiren önemli bir sebep olmuştur. bu bağlamda cumhurbaşkanı hasan ruhani’nin 15 haziran 2013’teki seçimleri kazanması ve dış politikaya yönelik ılımlı söylemler kullanması iran ve uluslararası toplum için özellikle iran-abd ilişkileri için yeni bir umut ışığı doğurmuştur. bu noktada en kritik olan husus ise iran’ın nükleer programı ve buna bağlı olarak iran’a yönelik bm, abd ve ab nezdinde alınan ekonomik yaptırım kararları olmuştur.
iran islam devleti’nin siyasal yapılanmasını yakından takip edenler iyi bilirler ki hemen her konuda ve dış politika kararlarında nihai merci dini lider'dir. dolayısıyla cumhurbaşkanının siyaseten nerede durduğundan ziyade dini lider ali hamaney’in meselelere bakışı belirleyicidir. nükleer programın milli bir mesele olarak değerlendirildiği iran’da eğer nükleer müzakereler başlamış ise bunda cumhurbaşkanı ruhani’nin ılımlı siyaset anlayışından ziyade konunun hayati bir mesele olduğunu kavramış olan dini lider’in iradesi esas belirleyici olmuştur.
nitekim iran ve 5+1 ülkeleri (bm güvenlik konseyi daimi üyeleri + almanya) arasında halen devam etmekte olan ve 20 temmuz’da nihai bir karar alınmasının beklendiği nükleer müzakereler ile ilgili geçici anlaşmanın yapıldığı 24 kasım 2013’te dini lider açıkça müzakereleri desteklediğini belirtmiştir. bu beyanatında masada müzakereleri yürütenlerin islam devrimi’nin kendi çocukları olduğunu belirtmek suretiyle nükleer müzakere sürecine en yüksek perdeden destek vermiştir.
halen viyana’da devam eden müzakere sürecinin son dönemecinde ise tarafların sıkı bir pazarlık içinde oldukları görülmektedir. şu net ki iran ve 5+1 arasında özellikle de iran ve abd arasında uranyum zenginleştirme oranları ile ilgili ciddi bir ihtilaf söz konusu olup müzakerelerin kaderi bu rakamlarda bir anlaşmaya varılıp varılmamasına bağlıdır.
dışarıya sızan bilgilerden anlaşıldığı üzere iran yönetimi, buşehr ve arak reaktörleri için gerekli olan nükleer yakıtın teminini zora sokmak istememektedir. bu sebeple iran müzakere sürecinde bu konuya ağırlık vermektedir. öte yandan iran’ın ihtiyacı olan rakamın 190.000 bağımsız çalışma ünitesi (swu) olduğu iddiasına karşılık 5+1 tarafı 10.000 rakamının yeterli olduğunu savunmaktadır. tarafların bir türlü uzlaşamadıkları kilit konu söz konusu bu rakamlardır. birkaç gün önce dini lider hamaney’in yapmış olduğu açıklamalar ve halen iran atom enerjisi ajansı başkanı olan ali ekber salihi’nin açıklamaları bunu doğrulamaktadır.
müzakere süreci bu şekilde bir çıkmaza girdikçe gerek iran’da gerek abd’de sürece baştan beri karşı çıkanların sesi yükselmekte, müzakerelerde hayati tavizler verilmesi konusunda çekinceler giderek daha sert bir şekilde dile getirilmektedir. fakat yukarıda da belirtildiği üzere iran’da nihai karar alıcı dini lider’dir. o yüzden dini lider süreci desteklediği müddetçe ülkede eleştirel sesler çıksa da müzakerelerin sonuca ulaşmasını sağlayacak bir karar karşısında olası karşıt görüşlerin tansiyonu düşük olacaktır.
gerek cumhurbaşkanı ruhani, gerek dini lider hamaney, nükleer program dolayısıyla karşı karşıya oldukları ekonomik yaptırımların ülkenin ekonomik güvenliğini doğrudan tehdit ettiğinin farkındadırlar. bunun devam etmesi durumunda ülkenin siyaseten bir güvenlik krizi içine gireceğini öngörmektedirler ve bu sebeple nükleer müzakere sürecinin olabildiğince başarılı bir şekilde sonuçlanmasını arzu etmektedirler. dolayısıyla büyük bir olasılıkla 20 temmuz itibarıyla nükleer müzakerelerde nihai bir karara ulaşılacaktır.
işid: ortak düşman, farklı beklentiler
iran ve 5+1 üyeleri arasında bir yandan nükleer müzakereler devam ederken bir yandan da irak’ta irak şam islam devleti (işid) terör örgütünün hamlelerine bağlı olarak bölgesel güvenliğe yönelik, dolayısıyla iran ve abd’yi doğrudan tehdit eden gelişmeler söz konusu olmuştur. işid’in musul’u kontrol altına almasıyla başlayan süreçte iran 2003 irak savaşı’ndan bu yana irak’ta sahip olduğu nüfuzu kaybetme ihtimaliyle karşı karşıya kalmış, bu sebeple işid karşısında nuri maliki yönetimine olan desteğini sürdüreceğini açıkça ortaya koymuştur.
öte yandan abd de benzer bir şekilde irak’ın bütünlüğünü tehdit eden bu durum karşısında, abd’nin çıkarlarının irak’ın bütünlüğünün korunması olduğunu beyan etmek suretiyle iran ile benzer bir şekilde işid karşısında bir pozisyon belirlemiştir. işid’in her iki ülke çıkarları için ortak bir tehdit sunması ister istemez iki ülkenin irak için ortak bir siyaset güdüp gütmeyeceği tartışmalarını doğurmuş, bu bağlamda iki ülke yetkilileri konuyla ilgili olarak viyana’da bir görüşme yapmışlardır.
her ne kadar mevcut durumda işid her iki ülke için ortak bir tehdit olsa da otuz yılı aşkın bir süredir krize tabi olan iran-abd ilişkilerinin ortak bir askeri ve siyasi pozisyon belirlemesi mümkün görülmemektedir. iki ülke arasında ciddi bir güven sorunu vardır ve her ikisinin dış politika stratejileri bu güvensizlik üzerine inşa edilmiştir. nitekim dini lider hamaney, abd ile irak’a yönelik askeri bir işbirliği olasılığının dillendirilmeye başlaması karşısında bunun mümkün olmadığını ve de abd’nin irak’a askeri bir müdahalede bulunmasına karşı olduklarını açıkça beyan etmiştir.
iran abd’nin bölgeye askeri unsurlar ile dahil oluşunun kendi nüfuzu açısından ve de diğer bölge ülkeleriyle olan ilişkileri açısından olumsuz olacağını düşünmekte, buna karşı çıkmaktadır. zira 2003 irak savaşı ile abd’nin basra körfezi’nin asli bir unsuru haline gelişi, bölgede bir güç asimetrisine sebep olmuş, iran’ın bölgedeki arap ülkeleriyle ilişkilerinin güç dengesine göre şekillenmesine engel olmuştur. bu sebeple iran açısından abd’nin irak’a tekrardan askeri unsurlar ile dahil oluşu ulusal çıkarları ile örtüşmemektedir.
öte yandan abd açısından konuya bakıldığında iran ile işid karşısında askeri bir işbirliği yapması basra körfezi’ndeki arap ülkeleriyle kurmuş olduğu ittifaklar açısından ve de israil ile ilişkileri açısından mümkün görülmemektedir. hâlihazırda iran ile devam eden nükleer müzakereler özellikle israil ve suudi arabistan’ın abd’ye yüksek tonda eleştiriler getirmelerine sebep olmuşken, abd’nin iran ile askeri bir işbirliğine girmesi bu ülkeler açısından kabul edilebilir değildir. abd’nin iran’a duyduğu güvensizlik bir yana, söz konusu bu ülkeler ile kurmuş olduğu derin bölgesel ittifaklar ve bu doğrultuda geliştirdiği stratejiler göz önünde bulundurulduğunda iran ile bahsi geçen bir işbirliği içine girmesi mümkün görülmemektedir.
fakat gerek iran’ın gerek abd’nin stratejik açıdan askeri bir işbirliğine giremeyecekleri gerçeği, işid karşısında farklı bir siyaset benimseyecekleri anlamına gelmemektedir. zira başta da belirtildiği üzere, işid’ın irak’taki varlığı her iki ülke için bir tehdittir. bu sebeple işid karşısında taraflar birbirlerinin siyasetlerini doğrudan olmasa da dolaylı bir şekilde destekleyecektir. diğer bir ifadeyle birbirlerinin işid karşısında alacakları pozisyonlara engel teşkil etmeyeceklerdir. muhtemelen her iki ülke de irak’taki yerel unsurlara verecekleri destekler üzerinden işid ile mücadele edecekler, ancak ülkeye doğrudan bir askeri müdahalede bulunmayacaklardır.
gerek nükleer müzakerelerde katedilen yol, gerek bölgedeki son gelişmelere bağlı olarak çıkarların ortak bir paydada buluşması, iran ve abd ilişkileri açısından geçmiş dönemlerle kıyaslandığında önemli fırsatlar sunmaktadır. ne var ki iki ülkenin geçmiş dönemden kalan kalıtsal ve yapısal sorunlarını tamamen aşmaları mümkün görünmemektedir. dolayısıyla iran ve abd konjonktüre bağlı zorunlu bir ilişki içindedir. bunun sürdürülebilir olup olmadığı ilerleyen yıllarda netlik kazanacaktır.
yrd. doç. dr. bilgehan alagöz, marmara üniversitesi ortadoğu araştırmaları enstitüsü öğretim üyesi. istanbul üniversitesi siyasal bilgiler fakültesi uluslararası ilişkiler bölümü'nden mezun oldu. yüksek lisans ve doktora eğitimini marmara üniversitesi ortadoğu araştırmaları enstitüsü’nde tamamladı. doktora tez konusu, “iran islam cumhuriyeti dış politikasında etkili bir unsur olarak güvenlikleştirme siyaseti: 2003 irak savaşı sonrası iran’ın basra körfezi politikası”dır.
twitter'dan takip edin: @balagoz
bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve al jazeera'nin editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorumlar