Görüş

Erdoğan’ı değil Atatürk’ü restore ettik

Yüksek Askeri Konsey bizleri Türkiye’deki 1960’ların atmosferine götürüyor. Türkler bu durumdan ancak kırk yıl sonra kurtulabilmişlerdi.

Konular: Ortadoğu, Mısır
Tantavi ve Mursi devir teslimt
Yüksek Askeri Konsey Başkanı Tantavi ile Mısır'ın yeni cumhurbaşkanı Mursi arasındaki ilişkilerin niteliği, ülkenin geleceğini belirleyecek. [AFP]

mısır'da yüksek askeri konsey, türk deneyiminden istifade etmek isterken galiba adreste yanıldı. zira konsey’in üyeleri, türkiye başbakanı recep tayyip erdoğan’ın yaptıklarına itibar etmek yerine (türkiye cumhuriyeti'nin kurucusu) kemal atatürk’ün deneyiminden ilham almış görünüyorlar.

(1)

cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları ile kısmen rahatlamamıza rağmen mısır’da mevcut durum şöyle: 30 haziran'da belirlenen geçiş döneminin sonuna yaklaşılırken hesapta olmayan bir sürpriz yaşandı. yeni rejimin kurulması yönünde azımsanmayacak bir mesafe kat etmemiz sonrası (halk ve şura meclisleri seçimleri yapıldı, anayasa komisyonu kuruldu), bir sabah bütün kazanımları silip süpüren bir anayasa deklarasyonu ile uyandık. ordu ve istihbarat subaylarına, (yüksek askeri konsey tarafından yapılan anayasal düzenlemeyle) hukuka aykırı şekilde, yargı görevi verildi. böylece daha önce kaldırılan olağanüstü hal, yeni bir kapıdan başını uzattı.

bundan sonra artık mısır’da yüksek askeri konsey’in sesinin üstünde bir ses yükselmeyecek. konsey yasama erkine sahip oldu. bu da yürütmeyle ilgili konularda yasaklanan bir haldi. artık konsey’in iktidarı, hukukun ve anayasanın üstündedir. konsey, devlet içinde devlettir. anayasaya karşı hiçbir sorumluluğu bulunmamaktadır. hatta cumhurbaşkanının kararları dahi adı geçen konsey’in vesayetine boyun eğmektedir. ülkede silahlı kuvvetlerin müdahalesini gerektirecek karışıklıklar yaşanırsa, cumhurbaşkanının bu bağlamdaki kararının uygulanması için konsey’in onayı şarttır. yüksek askeri konsey başkanı'nın, anayasa taslağındaki beğenmediği her maddeye itiraz etme hakkı bulunmaktadır. anayasa referandumu yapılana kadar yüksek askeri konsey’in dilediği yasaları çıkarma hakkı vardır ve hiç kimse bunları temyize götüremez.

anayasa yazımını üstlenen hali hazırdaki kurucu kurula gelince; adı geçen deklarasyon, anayasa komisyonu'nun görevini yerine getirememesi halinde yüksek askeri konsey'e, hiçbir kriter belirlemeksizin komisyon'u yeniden oluşturma yetkisi veriyor. bu durumda yeni anayasa komisyonu halk tarafından seçilmiş değil yüksek askeri konsey tarafından atanmış olacak. o şartlar altında anayasa komisyonu, parlamentonun eğilimlerine ve baskılarına olumlu karşılık verecek şekilde anayasanın ‘ayrıntılarına yer verirse’ şaşırmayız.

özetle, geçen aylar boyunca iktidarın askerden sivillere geçişişinin yaşanacağının söylendiği 30 haziran tarihini bekledik. ancak bizleri askeri yönetimden askerin tahakkümüne taşıyan böylesi bir saldırıyla karşılaştık.

(2)

devrim için endişelenenler, yaşananları darbe diye nitelemekte hemfikirler. devrimden korkanlar ise yaşananları, dönüm noktası ve bir düzeltme hareketi olarak görüyorlar. ben olan biteni ‘esnek darbe’ şeklinde niteleyenlerdendim. fakat daha sonraları bu nitelemeyi ağır buldum ve çirkin bir eylemin estetize edilmesi olarak değerlendirdim. tek bir kurşunun atılmadığı bir darbenin gerçekleştiği, bunun hukuki hileyle ve siyasi oyunlarla yapıldığı doğrudur. ancak hiç kimse mısır halkının bu devrimin başarılı olması için evlatlarının canından ve kanından yüksek bedeller ödediğini unutamaz. devrime yönelik bir darbeyi ‘esnek’ diye nitelemeyi hiçbir şekilde doğru bulmaz. çünkü halkın hayalinin deforme edilmesi, izlenen yöntem bir yana, her halükarda bir suçtur.

bazı araştırmacıların darbeyi (devrimde temsil edilen modernist harekete karşıt olması anlamında) ‘post-modern’ darbe olarak nitelemelerini okuduğumda, türk meslektaşlarının 1997 yılında necmettin erbakan hükümetine yönelik türk ordusunun ‘barışçıl’ darbesini bu kavramla tanımladıklarını gördüm. erbakan’a kaldıramayacağı baskılar yapılmış ve bunun sonucunca başbakanlıktan istifade etmek zorunda bırakılmıştı. süreç, hapis cezaları ve erbakan'ın lideri olduğu refah partisi'nin kapatılmasıyla son buldu. tek kurşun atılmadan ve yine (!) anayasa mahkemesi'nin çıkardığı kararla bu darbe gerçekleştirildi.

mısır’da hali hazırda yaşanan darbenin sonucunu, 1990’larda türkiye’de yaşananlarla karşılaştırmak insaflı bir davranış olmaz. yüksek askeri konsey’in attığı adımlar ile türk askerlerinin yetmiş yıldan fazladır yaptıkları arasındaki en önemli benzerlik noktasının şu olduğunu görüyorum: bu dönem, silahlı kuvvetlerin sadece toplumun güvenliği ve sınırlarının hamisi değil, toplum üzerinde vesayet sahibi olmasının tohumlarının ekildiği bir dönemdir. ve bu konu, güvene ve dikkatli okumaya ihtiyaç duymaktadır.

(3)

ordunun mısır ve türkiye’deki rolüne değinildiği vakit, ortada ele alınması gereken bir arka plan bulunmaktadır. zira türklere göre askerin kamu vicdanında yüksek bir mertebesi vardır. hatta ‘her türk asker doğar’ denmektedir. tarih kitapları, türklerin milattan önce 3000'den beri sahip oldukları savaşçı eğilimden bahseder. orta asya’da yaşayan türk boyları, çin’e saldırmaya kendilerini vakfetmişlerdir. çinli yöneticiler, türklere karşı koymak için çin seddi'ni inşa etmek zorunda kaldılar. kendisini ‘cihadiye askeriye’ olarak niteleyen osmanlı imparatorluğu'nun kurulması sonrası bu özellik devam etti. imparatorluğun çöküş döneminde (18. yüzyıl) ülke avrupa’nın hasta adamı oldu. birinci dünya savaşı'nda itilaf ülkeleri (britanya, fransa ve rusya) onun üzerine üşüştü ve osmanlı yenilgiye uğratıldı. 1918’de istanbul işgal edildi.

yalnız daha sonra mustafa kemal paşa'nın (atatürk) yönettiği türk direnişi seferberliğe girişti ve ülkeyi 1920 ile 1922 arasındaki dönemde işgalcilerden kurtardı. bu da mustafa kemal paşa'nın iktidara gelmesine, 1923’te cumhuriyeti ilan etmesine ve osmanlı hilafetini kaldırmasına zemin hazırladı. ordu, türkiye’yi kurtaran ve cumhuriyetin kuruluşunu gözeten güç olduğu için bu durum, ordu komutanlarının kendilerini ‘halkın yeniden yapılandırılmasının’ sorumluları olarak görmelerini haklı çıkardı. mustafa kemal paşa'nın 1927’den 1938’e kadar süren yönetimi boyunca derinleştirdiği anlam budur.

o vakitten itibaren ordu, kendisini vatanın ve cumhuriyetin bekçisi olarak gördü. savunma bakanlığı yerine genelkurmay başkanlığı tarafından hazırlanan bütçeyi, tartışılması değil sadece onaylanması için parlamentoya gönderen, devletten bağımsız bir kurum oldu. 1935’ten itibaren yasa, ordunun (cumhuriyeti koruma gibi bir) vazifeye sahip olduğunu öngördü. fakat ordu komutanlarının, cumhuriyet rejimi ile onun, düzeltme veya tartışma kabul etmez ebedi temeli olarak gördükleri laiklik ilkesini savunma adıyla yaptıkları ilk darbe akabinde, 1961 yılında bu düşünce anayasada yer aldı. o role istinaden ordu, 1960, 1971 ve 1980 yıllarında üç bariz askeri darbe yaptı. yukarıda işaret ettiğim ve 1997'de yapılan ‘esnek darbe’ bu darbelerin dışındadır.

söz konusu arka plan, türkiye’deki ordunun konumu ile mısır’daki ordunun konumu arasındaki farkı gözler önüne seriyor. mısır’da 1952’de nispeten sakin şekilde krallıktan cumhuriyete geçildiği doğrudur. ancak bu geçiş, türkiye’nin yaşadığı ve ülkeyi müttefiklerin işgalinden kurtaran direniş ordusunun yürüttüğü geçişten farklı şartlarda gerçekleşti. ayrıca türkiye’de ordu, cumhuriyeti kurup siyasetin merkezinde kalırken; mısır’da ordu, 1952 sonrası siyasetin dışına çıktı ve siyasetin gölgesinde kaldı. hatta mısır ordusu 25 ocak 2011’de dahi, devrimi gerçekleştiren değil sadece koruyan konumundaydı.

bir diğer önemli fark da türkiye’de ordunun, kemalist laikliği savunma gerekçesiyle, ideolojik davranarak siyasete müdahale etmesiydi. mısır’da ise sadece ulusal çıkar hesaplarına bağlı kalan ordunun hareketlerinde ideolojinin hiçbir rolü yoktu.

(4)

2008 yılında kahire aynuşşems üniversitesi edebiyat fakültesi'ne sunulan bir doktora tezi, türk ordusu ve siyasetinin hikayesini ayrıntılı şekilde izlemişti.yazarı dr. tarık abdulcelil, bu tezle doktorasını üstün bir derece ile tamamladı. zikrettiklerimin çoğunluğunda, yayımlanmamış bu tezden istifade ettim. yalnız türkiye’deki askeri deneyimin tablosunu, türk araştırmacı kerem öktem’in yazdığı ve mustafa mecdi el cemal’in arapçaya çevirdiği ‘öfkeli ülke’ (angry nation) kitabına başvurarak tamamladım. 

bu kitapta gördüğüm en önemli nokta, geçen seksen yıl zarfında ‘derin devletin’ türk siyaset sahnesinin oluşumundaki rolünü ortaya koymasıdır. bu devlete yazar, ordunun yargı ve bürokrasiyle ittifakı üzerine kurulan ‘bekçi devlet’ adını veriyor. zira yapılan darbelerde ordu, siyasi ve askeri rol oynuyordu. fakat yargının katkısı ve bürokrasinin idari organlarının olumlu karşılığı olmaksızın bu rol tamamlanmaz ve muradını gerçekleştiremezdi. bunu isterseniz, 'yargı ve bürokrasinin, yıllar içinde ordunun uygulamalarını formüle etmek ve yetkilerini genişletmek için başvurduğu araçlar halini alması' şeklinde ifade edebilirsiniz. yazar, ordunun 1971 ila 2009 arasında dokuz islamcı ve kürt partiyi kapatmak için anayasa mahkemesi'ni dokuz kez devreye soktuğunu kaydediyor. (bu size, mısır’ın hali hazırdaki şartlarını hatırlatıyor mu?)

türkiye, kemalist cumhuriyetten demokratik cumhuriyete ancak 2003 yılı sonrası, recep tayyip erdoğan liderliğindeki adalet ve kalkınma partisi'nin (akp) iktidara gelmesiyle geçti. uygun şartlar, ordunun siyasetin merkezinden çıkarılıp yargı ve bürokrasi ittifakının bozulmasında erdoğan’a destek oldu. zira partisinin elde ettiği zafer, erdoğan'ın parlamenter çoğunluğu kazanmasını ve koalisyon yerine tek başına hükümet kurmasını sağladı. bu da avrupa birliği'nin, türkiye'de devletin genel siyasetini belirleyen milli güvenlik kurulu'na sivil yapı kazandırılması gerektiği yönündeki çağrısının olumlu karşılık bulmasına imkan verdi. ab bu çağrıya uyulmasını, türkiye’nin üyelik başvurusu kapsamında kabul etmesi gereken şartlar arasında görüyordu. milli güvenlik kurulu, 7'si asker 12 üyeden oluşuyordu. yani çoğunluk askerdeydi. yapı değiştirildi ve çoğunluk sivillere geçti. ayrıca milli güvenlik kurulu'nun rolü, bağlayıcılık içermeyen, sadece istişare amaçlı bir konuma çekildi. bu pozisyon düzeltmesi, hükümeti kısıtlama ve baskılardan kurtararak akp iktidarını yürütme gücüne kavuşturdu. daha önce bahsettiğim ergenekon örgütüyle temsil edilen ‘derin devlet’ erkanına karşı koyma noktasında hükümetin merkeziliğini güçlendirdi.

yüksek askeri konsey’in mısır’da geçen hafta oluşturduğunu açıkladığı ulusal savunma konseyi’nin 16 üyeyi içerdiğini, bunun 11’inin, yani çoğunluğunun askerlerden meydana geldiğini hatırlatırım. bu bilgiye, yüksek askeri konsey'in 17 haziran'da yayımladığı anayasa deklarasyonu'nu da eklediğinizde, konsey’in bizleri türkiye’deki 1960’ların atmosferine götürdüğünü keşfedeceksiniz. türkler bu durumdan ancak kırk yıl sonra kurtulabilmişlerdi.

yüksek askeri konsey’in yaptığının adres hatasından mı kaynaklandığı yoksa tarihi okuma hatasından mı ibaret olduğu noktasında emin değilim. bununla birlikte beni en fazla ilgilendiren şu soruya yanıt vermektir: uğruna devrimin yapıldığı bu askeri vesayetten kurtulmamız için daha kaç yıla ihtiyaç duyacağız?

 fehmi hüveydi, mısırlı yazar ve düşünür.

bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve al jazeera’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Fehmi Hüveydi

mısırlı gazeteci ve yazar. 1937 yılında dünyaya geldi. kahire üniversitesi hukuk fakültesi'nden mezun oldu.  Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;