Görüş

Mısır'da şiddetin kaynaklarında görülmeyen gerçek

Mısır'da şiddetin sorumluluğunun, polisler dışında, herhangi bir tarafa yüklenmesi artık şaşırtıcı değil. Buna karşın siyasi tablonun iki farklı izahatı var: Biri; güvenlik kurumunun bakış açısını ifade eden, görsel ve yazılı farklı medya organlarının benimsediği resmi izahat. Diğeri; bağımsız hukuk örgütleri adıyla konuşan ve sosyal medya organlarının dolaştırdığı yerel izahat.

Mısır'da 3 Temmuz darbesini gerçekleştiren General Abdulfettah Sisi'nin cumhurbaşkanlığına aday olması üzerine İhvan yanlısı gençler sokağa döküldü. [Reuters]

mısır'da şiddetle olan sorunumuz katlanıyor. şiddetin suçlarıyla yaşamak ve kaynağının içyüzünü tanımamak yazgımız oldu.

(1)

28 mart 2014 cuma günü kahire'deki ayn şems semtinde düzenlenen gösterilerde 4 kişi öldürülmüştü. mısır medyası, öldürülenlerden sadece iki isme, gazeteci meyada eşref ve mari samih girgis'e yoğunlaştı.

30 mart pazar günü ise gazeteler, görgü tanıklarına dayandırarak, yüzleri maskeli ve otomatik silahlı 5 kişinin göstericiler arasında yer aldığını yazdılar. mısır basınına göre silahlı o şahıslar, olayları takip etmekle görevli gazetecileri bekliyorlardı ve meyada'yı görür görmez onu izlemeye başladılar ve öldürdüler.

görgü şahitleri, mari samih ile ilgili olarak savcılıkta verdikleri ifadede, müslüman kardeşler yanlılarının, (kıpti hristiyan olan) genç kızı araç kullanırken elindeki haç işaretiyle gördüklerini söylediler. bunu üzerine aracı durdurduklarını ve samih'i indirip sırtından kurşunladıklarını belirttiler.

savcılık tutanaklarının kaydettiği ve görgü tanıklarının aktardığı bu ifade, adli tıp sözcüsü tarafından da doğrulandı. ancak bu bilgi, polisin göstericilerin üzerine ateş açtığını ve olayın iki genç kızın ölümüyle sonuçlandığından bahseden sosyal paylaşım sitelerinin aktardığı bilgilerle çelişti. bu siteler, gazeteci meyada'nın arkadaşının tanıklığını dile getirdiler.

tahrir televizyon kanalı spikeri, aynı günün akşamında ilk iddiayı baz alıyor ve canlı yayında yürüyüşü izleyen gazetecilerden birinden, olan bitenin aslını aktarmasını istiyordu.

arkadaşımız abdullatif subh, - ki kendisi 7. gün gazetesinin muhabiridir - polisin göstericilere ateş açtığını ve ölümlere yol açtığını ifade etti. aynı rivayeti, kameraman arkadaşlarımın birinden dinlemiştim. bu arkadaşım bana, göstericilerin yürüyüşlerini hiçbir engelle karşılaşmaksızın barış içinde bitirdiklerini fakat çekilmeleri sırasında polislerin üzerlerine yoğun şekilde ateş açtığını, göstericilerden bazılarının da öldüğünü ve yaralandığını belirtmişti.

ayn şems gösterilerinde yaşanan olay bana, 6 haziran 2010'da güvenlik güçlerince iskenderiye'de öldürülen ancak resmi açıklamaların suçlamayı kabul etmediği şehit halid said olayını hatırlattı. 

by Fehmi Hüveydi

(2)

ayn şems gösterilerinde yaşanan olay bana, 6 haziran 2010'da güvenlik güçlerince iskenderiye'de öldürülen ancak resmi açıklamaların suçlamayı kabul etmediği şehit halid said olayını hatırlattı. resmi açıklamalar, gencin kötü bir şöhreti bulunduğunu, uyuşturucu kullandığını ve asker kaçağı olduğunu vurguluyordu. bu açıklamalara bakılırsa güvenlik güçleri, uyuşturucu kullandığı şüphesiyle said'i gözaltına almaya çalıştılar. yanında yuşturucu paketi taşıyan said de onu yutmaya çalıştı ve bu yüzden boğularak öldü.

bu izahat, bazı şahitlerin tanıklığına, seyyidi cabir semti polisinin hazırladığı ve adli tıp uzmanlarının desteklediği soruşturmalarına dayandırıldı. lakin gencin ailesi tüm iddiaları yalanladı ve polisi, said cinayetine karışmakla suçladı. buna karşın emniyetin iddiasını baz alan bazı gazeteler, yalan bildirimde bulunmak suçlamasıyla aile fertleri hakkında soruşturma başlatılacağını yazdı.

başka şahitler de iki polis memurunun said'i öldürdüklerini öne sürdüler. o vakit bu iddiayı destekleyen başka kanıtlar toplandığı için bu olay, güvenlik organlarının tavrını kınamak ve şehit gencin mazlumluğuyla dayanışma içine girmek amacıyla bazı aktivistleri facebook'ta halid said adına sayfa açmaya sevk eden öfke halini körükledi. sonrasında yüz binlerce öfkeli mısırlı genç bu dayanışmaya katıldı. 25 ocak 2011 devrimi'ni patlatan önemli kaynaklardan biri de buydu.

hikayenin sonrası malum. aktivistler davanın yeniden soruşturulması talebinden vazgeçmediler. bu talep, devrim sonrası gerçekleşince adli tıp raporu da dahil, mısır içişleri bakanlığı'nın bütün iddialarının doğru olmadığı görüldü. sonuç ise 26 mart 2014'te çıkan kararla iki polis memurun suçlu bulunması ve 10 yıl hapis cezasına çarptırılmaları şeklinde tezahür etti.

elimizde tamamen farklı bir başka örnek daha var. bu cinayet, hüsnü mübarek yönetimi sırasında güvenlik politikasının hakim olduğu atmosfer içinde işlendi. ama 25 ocak devrimi, gerçeğin su yüzüne çıkması ve katillerin cezalandırılmasıyla sonuçlanan başka bir olumlu havanın oluşmasını sağladı.

sözünü ettiğimiz örnekle ilgili gerçeği, aynı olumlu havanın gölgesinde öğrendim. ancak güvenlik politikasının geri gelmesi, bu havayı görmeyip defterini dürdü ve 2010 yılında said'e yöneltilen ilk suçlama senaryosunu tekrar getiren bir söylem dayattı. suçlamalar bu ortamda yine said'e yöneltildi ve kamuoyu nezdinde güvenlik organı aklandı.

burada 25 ocak 2011 devrimi ile 9 şubat 2011'de mübarek'in görevi bırakmasına kadar geçen süredeki devrim olaylarının gerçeklerini inceleyen komisyon raporundan bahsediyorum.

birçok kez önemine dikkat çektiğim bu rapor, bu önemini iki şu iki temel noktadan alıyor: ilki; raporu hazırlayan komisyona, yargıtay eski başkanı da olan müsteşar adil kura başkanlık ediyor ve komisyon, önemli hukukçuları ve ceza soruşturmacılarını içeriyor. ayrıca onlarca uzman ve soruşturmacıdan destek alınmış. bu da komisyonun tarafsızlık, nezihlik ve bağımsızlığın kriterlerini oluşturduğu anlamına geliyor.

ikincisi; komisyon çalışmalarını başlangıçta devrimin özgürlüğü ortamında ve askeri konsey'in varlığının gölgesine rağmen yürütürken, devrimin nabzı hala atıyordu ve devrimin özlemleri ortadaydı.

bloke edilmesi ve gömülmesine rağmen hala mevcut olan bu rapor, polislerin veya tahrir meydanı'nı gören binaların (özellikle içişleri bakanlığı, nil hilton oteli ve amerikan üniversitesi) çatılarındaki keskin nişancıların göstericilere karşı plastik ve gerçek mühimmat kullandıklarını kabul etmişti.

komisyonda sorgulananların ifadeleri ve ölümlerin genelde mermi yaraları ile başa, boyna ve göğse isabet eden kapsüllerden kaynaklandığını ifade eden adli tıp raporları buna kanıt oluşturdu. içişleri bakanlığı ve üst düzey subayların başkanlığındaki komisyondan çıkacak bir izne tabi olan ateş açma emri ise aşamalı olarak, cumhurbaşkanlığı'ndan emri yerine getirecek polislere ulaşıyor.

bu minvalde o vakitler sorumluluğu polise yükleyen rapor, 'deve olayı' ve mısır hapishanelerinin basılması da dahil yaşanan farklı gelişmelere ışık tutmasına rağmen, bu olaylarla ilgili tüm davalarda dikkate alınmadı.

(3)

devrim olaylarının içyüzünü araştıran rapor sümenaltı edilince, polis soruşturmaları ve raporları, gerçekleri örtbas etti ve tarihi yeniden yazdı. sonrasında polisten gelen her bilgi ve belge, tüm soruşturmaların, adli tıp raporlarının ve mahkeme kararlarının dayandığı referans haline geldi. bundan dolayı güvenlik organlarının, kendisine karşı açılan yaklaşık 40 küsur davada devrimcileri öldürme suçlamalarından aklanması gayet doğaldı.

mısır'da şiddetin sorumluluğunun, polisler dışında, herhangi bir tarafa yüklenmesi artık şaşırtıcı değil.

buna karşın siyasi tablonun gerçekleri ve bölümlerinin artık iki farklı izahatı var: biri; güvenlik kurumunun bakış açısını ifade eden, görsel ve yazılı farklı medya organlarının benimsediği resmi izahat. diğeri; bağımsız hukuk örgütleri adıyla konuşan ve sosyal medya organlarının dolaştırdığı yerel izahat.

ilk izahat; siyasi arzuyu ve bu arzuyla bağlantılı çıkar ağını ifade ediyor, siyasi pusulanın işaretleriyle yol alan algı yönetimlerinin yönlendirmelerine boyun eğiyor. ikincisi izahat; tarafsızlığını ve siyasi anlaşmazlık bir yana bırakılarak baz alınan hukuk sözleşmelerine bağlılığını ifade etmeye çalışıyor.

iki izahat arasındaki göze batan farklılık, şu günlerde daha da netleşti. içişleri bakanlığı ve güvenlik kurumunun, hapishane ve karakollarda işkence iddialarını yalanladığı bir zamanda facebook ve diğer sosyal paylaşım sitelerini dolduran aktivistlerin tanıklıkları, kurbanların ağzından içişleri bakanlığı ve emniyet müdürlüğü'nü yalanladı.

bu durum, sağlam tanıklıklarla dolu bildiriler vasıtasıyla aynı tutumu ifade eden uluslararası hukuk örgütlerinin (af örgütü ve insan hakları izleme örgütü) raporları bir yana, mısır'daki 16 bağımsız hukuk örgütünü, benzeri görülmemiş bir dille bu yaklaşımı ifşa eden bir bildiri yayınlamaya sevk etti.

hali hazırdaki şiddetle mücadele sürecinde kamuoyu, ezici çoğunluğu itibarıyla, sadece emniyet'in sesini dinler hale geldi. toplumun diğer resmi kurumları ve medya araçları da bu sesi tekrar eden borazanlara dönüştü. sonuç ise kutuplaşmanın daha da şiddetlenmesi ve yabanlaşması oldu. destekçiler, halk ve gerçek vatandaşlar; muhalifler ve hatta bağımsızlar bile hain, uşak veya 'beşinci tabur' oldular.

ihvan yönetimi (ve hatta cezaevindekiler de dahi) adıyla çözüm kapısı açılması umuduyla, krizin halline zemin hazırlayan bir bildiri yayınlanmasını temenni ettim. ancak karşılığında üç tepki aldım. bu tepkilerin en önemlisi, cemaatin akil isimlerinin yazdıkları makaleler üzerinden geldi.

by Fehmi Hüveydi

(4)

mısır'daki çekişme, aralık 2013'te bakanlar kurulu kararıyla müslüman kardeşler (ihvan) cemaatinin, kurulduğu 1928'den beri tarihinde ilk defa terör örgütü ilan edilmesiyle yeni bir evreye girdi. cemaatin yayıldığı yaklaşık 40 devlette bir ilk bu. aralık ayından itibaren mısır'ın her hangi bir yerindeki her terör eylemi ve şiddet, doğrudan cemaate dayandırılıyor artık.

buradaki asıl ironi, cemaatin terör örgütü olarak görülmesinin sebebi olan kahire emniyet müdürlüğü binasının patlatılması olayını, ensar beyti makdis örgütünün üstlenmesi. son olarak benzer bir olay, kalyubiye şehrinin musturud bölgesinde 6 askerin öldürüldüğü eylemde yaşandı.

haberin açıklanmasından 10 dakika sonra mısır ordusunun sözcüsü, saldırıyı ihvan'ın yaptığını belirtirken, ensar beyti makdis örgütü eylemi üstlendiğini açıklamıştı. al jazeera'da 25 mart 2014 tarihinde yayımlanan makalemde yer verdiğim 5 nedenden dolayı bu yöntemin tehlikesinin farkına vardım. o makalemde (görüş yazısının orijinal arapça metni), ihvan'ı şiddet konusuna yönelik tutumunu netleştirecek ve kamuoyu önünde kendilerini aklayacak bir açıklamada bulunmaya davet etmiştim.

şiddetin sorumluluğun ihvan'a yüklenmesinin sürdürülmesinin, yazımda değindiğim 5 nedenden hareketle mısır'ı, en büyük kaybedenin vatan olacağı iç savaşın eşiğine getirmesine yönelik endişemle ilgili 6. bir nedeni de ekleyebilirim. bazen ihvan bazen de meşruiyet ittifakı sözcülerinin, yaşanan şiddet olaylarından kendilerini (onaylamamak ve kınamak suretiyle) uzak tutma kararlılığı içinde olduklarını biliyorum ve yazılarımda buna işaret ettim.

hali hazırdaki şartlarda ihvan yönetimi (ve hatta cezaevindekiler de dahi) adıyla çözüm kapısı açılması umuduyla, krizin halline zemin hazırlayan bir bildiri yayınlanmasını temenni ettim. ancak karşılığında üç tepki aldım. bu tepkilerin en önemlisi, cemaatin akil isimlerinin yazdıkları makaleler (ihvan'ın sözcüsü dr. cemal haşmet ve 'reform için gazeteciler hareketi' platformunun koordinatörü hasan kabbani) üzerinden geldi.

hem müslüman kardeşler'den hem de meşruiyet ittifakı'ndan, şiddetin reddedildiği ve çekişmenin barışçıl şekilde sürmesinde kararlılık gösterildiğini açıklayan metinler aldım. bu bildirilerden bazıları, musturud'da askerlerin öldürülmesini hunharca bir eylem ve verrak kilisesi'ne yönelik saldırıyı bir felaket ve hunharca bir olay olarak gördü.

aldığım yazılarda ihvan ve meşruiyet ittifakı, şiddetin sorumluluğunu güvenlik organlarına yüklediler ve medyayı kendilerini kötü göstermekte ısrar etmekle suçladılar.

diğer yandan bazı ihvan gençleri de bana yüklendiler, kurbanların kanını yerde bırakmakla ve satmakla suçladılar. rejim yanlısı bazı tutucuların yorumlarını da okudum. onlar da sözlerimi ihvan'ın ve uluslararası örgütlerinin komplosunun bir parçası olarak gördüler. rejim destekçileri açıkça ötekine saygı gösterilmesi, ötekinin bağımsızlığının korunması ve destek kuyruklarından uzak durulması düşüncesine hazır değillerdi.

ben hiç kimseye yaralarını unutması veya siyasi tutumunu bırakması çağrısında bulunmuyorum. mısırlıları, çekişmeyi barışçıl şekilde sürdürmeye davet ediyorum. geçmişle uğraşmaktan çok geleceğe bakmamızı, bir tarafın yenilgisine yönelik coşkudan çok ülkenin başarısının yanında olmamız gerektiğini temenni ediyorum. bu denklemi hayata geçirecek pratik bir çözümü bulunanlar, bizleri iş işten geçmeden bu çözüme götürsünler.

fehmi hüveydi, 1937 mısır doğumlu gazeteci ve yazar. kahire üniversitesi hukuk fakültesi mezunu. 

bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve al jazeera’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

Fehmi Hüveydi

mısırlı gazeteci ve yazar. 1937 yılında dünyaya geldi. kahire üniversitesi hukuk fakültesi'nden mezun oldu.  Devamını oku

Yorumlar

Bu sitede yer alan içerikler sadece genel bilgilendirme amacı ile sunulmuştur. Yorumlarınızı kendi özgür iradeniz ile yayınlanmakta olup; bununla ilgili her türlü dolaylı ve doğrudan sorumluluğu tek başınıza üstlenmektesiniz. Böylelikle, Topluluk Kuralları ve Kullanım Koşulları'na uygun olarak, yorumlarınızı kullanmak, yeniden kullanmak, silmek veya yayınlamak üzere tarafımıza geri alınamaz, herhangi bir kısıtlamaya tabi olmayan (format, platform, süre sınırlaması da dahil, ancak bunlarla sınırlı olmamak kaydıyla) ve dünya genelinde geçerli olan ücretsiz bir lisans hakkı vermektesiniz.
;